TR EN

Dil Seçin

Ara

Aralık 2005

post-title

Aralık 2005, 348

OTUZUNCU YILA GİRERKEN

Bir sonbahar günüydü. Çiçeklerden kasımpatı, meyvelerden nar vardı bahçelerde. Galiba pazardı ve serin bir sabahtı. Bizler yirmili yaşlarda bir avuç gençtik. Hepimiz bir araya gelsek, ancak bir el ederdik ve ancak böyle tutunabilirdik hayata, bir arada ve hep birlikte...

Şimdi hatırlıyor olmanın bile omuzlarıma bir yorgunluk hissi verdiği anıları, o gün nasıl yaşayabildiğimizi bugün idrak dahi edemiyorum.

Otuzuncu Zafer yılı vesilesiyle benden istenen bu yazıya başladığımda, hafızamda ilk beliren şey, titrek ve sönük ışığıyla, yarım yamalak aydınlattığı küçük odanın tavanında asılı bir lamba oldu. Adapazarı’ndaki bir iş hanının küçük bir dükkanında toplanmıştık. Karanlık bir iş hanında içi öte beriyle dolu küçük bir dükkanda, titrek ve sönük bir sarı lambanın altında bir dergi çıkarmaktan bahsediliyordu... İnsanları aydınlatıcı bir dergi, ışık taşıyan bir dergi!

Evet, üç beş sayfa da olsa bir dergimiz olmalıydı. ‘Bilim’ adı altında sunulan nice karanlık fikirler, gençlerin kafalarını karıştırıyordu. Sırtını güçlü yerlere ama kafasını köhne ve çürük ideolojilere yaslamış bazı dergiler vardı. Öyleyse bizim de bir dergimiz olmalıydı. Hakikatten başka hiçbir şeyin kolu kanadı altına sığınma gereği duymadan gerçekleri dillendirmeli, hakkın ve hakikatin safında, inananların yanında, inanmak isteyenlerin yardımında bir dergi...

Ne Adnan’ın, ne Hüseyin’in, ne de benim, ne de öteki arkadaşların, bir derginin nasıl çıkarılabileceğine dair doğru düzgün hiçbir bilgisi yoktu. Ama başladık ve bize düşen asıl vazifenin de başlamak olduğunu, önümüze çıkan engellerin nasıl birer ikişer yıkıldığını ve küçüldüğünü gördükçe anladık.

On altı sayfalık bir ‘haber bülteni’nin ardından yüzlerce isim teklifinin arasından benim ısrarla direttiğim isim seçildi ve dergimizin adı ZAFER oldu. Adını Zafer koymuştuk çünkü mağlup olunacak bir işe gönül vermemiştik. Yıllar sonra sevgili Kemal Ural Ağabey bizleri karşısına alıp, tek kelimeyle özetlemişti bu gerçeği:

“Zafer, Rububiyet-i İlahiye’nin zaferidir!”

•••

Zafer adıyla ilk sayısının hazırlıklarını yaptığımız o günü de asla unutamam. Adnan’ın evinde toplanmıştık. Yine bir pazar günüydü. Enver, Hüseyin, Ben ve Adnan sabahtan akşama kadar aralıksız çalışmıştık. Adnan’ın babası Hakkı Amca, bizim için özel olarak portakal suyu hazırlıyor, annesi ise, çalışırken atıştıralım diye masamızı boş bırakmıyordu. Uzun yıllar sonra, “Zafer nasıl çıktı?” diye soran gençlerle birlikte, o evin önünden geçerken, “İşte!” dedim. “İşte şu odada biz ilk sayıyı hazırladık.”

İlk zamanlar derginin ağır yükü Enver ve Adnan’ın üzerindeydi. Ben ise Adnan’ın bana bulduğu müstear isimle yazılar yazıyordum. Dergideki adımın, Selim Gündüzalp olması da o günlerden kalmadır.

Adnan’ın ve özellikle Muzaffer Ağabey’in teşvikleri ile, yazarlık maceram başlamış oldu. Sevgili babaannemin vefatından sonra ‘ölüm ve ahiret’ konularına eğildim ve ‘Ölüm Son Değildir’ yazılarına başladım.

Adnan ise, Sinan Bengisu ismiyle, bilim ve tefekkür yazıları yazmaktaydı. O günler karanlık günlerdi. Gündüz evinden çıkanın akşam geri dönebileceğine dair hiçbir garantisi yoktu. Eylemsiz, çatışmasız, ölüm habersiz bir gün geçmiyordu. Adnan işte o karmakarışık ortamda, duru ve berrak zihnini Allah’ın kâinatına çevirmiş, dergi sayfaları için yazılar hazırlıyordu. O karmaşaların hepsi bitti. Adnan’ın yazdıkları ise hâlâ capcanlı ve hâlâ hepimize gerekli.

•••

İlk iki yıl (1977-1978) oldukça zor geçti. Dergicilik tecrübemizin olmayışı elbette büyük bir eksiklikti. Ancak hiçbirimizin aklından daha önce geçmemiş bir işi yapmaktaydık. Adnan’ın, Murat Matbaası’nda çektiklerini, Muammer Ustayı, Zafer’in makalelerini o günün şartlarına göre dizen dizgici ustalarını ve o yazıları dize dize Allah’a olan inancı artarak namaza başlayan ustaları unutmak mümkün değil.

O sıralarda biz acemi neferlere, usta bir el uzandı. Şule dergisini çıkaran Kemal Ural. Kemal Ağabey, olanca şefkatiyle bize tavsiyelerde bulundu, yollar gösterdi...

Binbir türlü zorluklar ve problemlerden sonra baskıdan çıkan dergiyi görmek bütün yorgunluğumuzu alıverirdi bir anda. Paket paket elimize gelen dergileri, abonelere postalamak ise bu işin herhalde en eğlenceli kısmıydı.

Aylar birbiri ardına geçip gidiyordu. Her ay bir dergi çıkarmak zorunda olan için zaman çok daha hızlı geçer. Daha bir sayının yorgunluğunu üzerinizden atamadan bir sonrakine başlamış olarak bulursunuz kendinizi. Takvimler Aralık derken mesela, dergide Ocak çoktan gelmiş, Şubat ise kapıya dayanmıştır.

Bu koşuşturma içinde Allah yardımımıza çok güzel insanları yetiştirdi. Sayıları o kadar çok ki...

Hele, yakınımızda, yanıbaşımızda, yardımımızda görmemiz gerekirken, karşımızda gördüğümüz bazılarını, Zafer için “Kapatalım! Satmayalım! Geri gönderelim! Dağıtmayalım!” dedikleri günlerde, “Zafer bir yâr-ı vefadârdır.” diyerek asıl vefa örneğini gösteren Mehmed Kırkıncı Hoca’nın üzerimizdeki emeği, kol kanat germesi unutulacak şey midir? Kalemiyle ve kelâmıyla hep yanımızda oldu. Onun hikmetli nasihatleri Adapazarı’nda çıkan Zafer için, sağlam bir kale oldu. Oradan yetişip, ülkenin dört bir yanında ilim ve irfan yollarında çalışan pek çok fikir ve kalem erbabı, Zafer’den emeklerini hiçbir zaman esirgemediler. Başta Alâaddin Başar olmak üzere her birinin bu Zafer’de büyük payı vardır.

Özellikle Alâaddin Ağabey, her gece bir başka mekânda, yüzlerce insana iman hakikatlerini anlatırken, ulaşamadığı insanları düşünüp, Zafer’e yazı yazmayı, hayatının en önemli işleri arasında gördü. O, Zafer için bir yazar olmaktan çok daha fazlası, bir ağabey oldu hep...

•••

Dualar ve gayretlerle Zafer yenileniyor ve gelişiyordu. Önce sayfa sayısı arttı. Sonra kapakları kuşe kâğıda basılır oldu. O ilk kapak kompozisyonlarına kıymetli dost, müstesna insan Gürbüz Azak Ağabey’in ne çok emeği geçmiştir. Zafer kapaklarında okuduğunuz birbirinden güzel vecizeleri senelerce kendi elleriyle yazmıştır. Vecize demişken, yine Zafer okurlarının ‘Ş’ imzası ile tanıdığı kapak vecizelerinin düşünürü rahmetli Mehmed Selahattin Şimşek, yıllarca o kapakları büyük bir titizlikle bizzat kendisi hazırlamıştır.

•••

Ve ihtilal yılları...

Zafer Dergisi, otuz yıllık ömrü boyunca, hiçbir zaman yayınına ara vermedi. Buna ihtilal ve 1999’daki büyük deprem günleri de dahil.

12 Eylül ihtilali sırasında da ay atlamadan çıkmaya devam eden Zafer, o günlerin zor şartlarını, yazılarını esirgemeyen bilim adamlarımızın desteği ile başarıyla geçirdi. Akademik kariyerlerinin derdine düşmeden Zafer’e yazı vermeye devam ettiler. Dünya çapında bir bilim adamı olan Rahmetli Prof. Dr. Yılmaz Muslu, Prof. Dr. Osman Çakmak ve Prof. Dr. Âdem Tatlı ilk akla gelen isimlerden.

Böyle güçlü ve fedakâr kalemlerin sayısı artıyor, Zafer daha bir dergi görünümüne de kavuşuyordu. Ancak ilk günden beri Zafer’in peşini bırakmayan bir problem vardı: Maddî sıkıntılar. Resmi ya da gayr-i resmi hiçbir kuruluşun desteğini almamış olmak bir yandan, sayfalarına reklam almama gibi bir prensibimiz olması öte yandan, Zafer’in maddî sıkıntılarını uzun yıllar devam ettirmişti. Her çıkan sayıya “son sayı” gözüyle bakardık. Ancak, Allah bizi hiçbir zaman yolda bırakmadı.

•••

Aziz Zafer okurları kendisini Hayatın İçinden hikâyelerinin yazarı Cüneyt Suavi olarak tanırlar. 1980’den bugüne kendisiyle kopmaz bir beraberliğimiz olan Cüneyd Suavi, yıllarca Zafer Dergisi’nin yazı işlerinde ter dökmüş, emek vermiştir. O da, tıpkı Alâaddin Ağabey gibi, bir yazar olmanın yanı sıra, bir ağabeydir bizim için. Hikâyeleriyle, Zafer sayfalarında en çok okunan ve aranan isim olmanın yanı sıra, o güzel sayfa mizanpajları da maharetli ellerinden çıkmıştır yıllarca...

Cüneyd Suavi’nin yazı işlerine dahil olmasından sonraki yıllarda, Zafer için apayrı bir dönem başladı. Yirmi sene Zafer’e yazı yazmış, kendisinden yazı istendiğinde bir kez olsun, herhangi bir bahane ileri sürmemiş ve günün en olmadık vakitlerinde kendisini aradığımda yazı talebimi emir telakki etmiş, gönül ve bilim adamı rahmetli Dr. Haluk Nurbaki ve usta kalem Ümit Şimşek’in yazıları ve İbrahim Erdinç Şumnu’nun eşsiz tarih sohbetleri ile yetişen gençler içinden, yepyeni bir ekip çıktı.

Ağır şeker hastalığına rağmen yıllarca derginin tashih ve tercüme işleriyle canla başla uğraşan, Ayhan Halaç gibi fedakâr büyük ruhlar o ekibin fertlerindendir.

•••

Bir nesil Zafer’le büyüdü...

Elbette Zafer dergisi gibi, otuz yıldır yayın hayatını sürdüren bir derginin tarihinden bahsederken adı anılmayı çok çok hak etmiş herkesi anmak mümkün olmayacak. Buna ne yerimiz yeter, ne de hafızamız imkân verir. İlk günden beri, genç insanların başlattığı ve omuz verdiği bir hizmet olarak Zafer, o gençlerin arkalarında duran anne ve babalarının dualarıyla bu günlere gelmiştir.

İftiharla söyleyebiliriz ki, bu ülkede Zafer’le büyüyen nesiller var. Hatta kitap fuarlarında etrafımıza doluşan minicik çocuklar, yeni bir neslin daha Zafer’le yetişmekte olduğunu gösteriyor. Anne babalarının, öğrencilik ve gençlik yıllarında severek okudukları Zafer dergisini biliyorlar ve evlerinde görerek büyüyorlar.

Otuz yıl önce, sönük ve titrek bir lambanın aydınlattığı küçük bir odada başladı Zafer’in macerası... O günden beri ışığımız giderek çoğaldı, nesilleri aydınlatan bir güneş oldu.

Daha aydınlık günlere, hep birlikte erişebilmek duasıyla... Nice yıllara Zafer!

 

— SELİM GÜNDÜZALP

Dergideki Yazılar