TR EN

Dil Seçin

Ara

Anne Ahtapotun Sevgi Dolu Kalpleri

Anne Ahtapotun Sevgi Dolu Kalpleri

Ahtapota neden ahtapot denir bilir misiniz? Eğer siz de benim gibi böyle şeylere meraklı iseniz, ilk yapmanız gereken, kelimenin köklerine kadar bakabileceğiniz bir sözlük edinmektir. Elbette Latince ve Eski Yunanca bilen bir arkadaş da işe yarayabilir. Artık hangisi kolayınıza gelirse. Övünmek gibi olmasın ama bende ikisi de mevcut!

Ahtapot kelimesinin kökeni eski Yunanca’dır ve aslı octo ve pous kelimelerinin birleşmesinden oluşan octopodia’dır. Octo sekiz, pous ise bacak anlamına gelir. Yani ahtapot, ‘sekiz bacaklı’ demektir. 

 

Ahtapotların Kaç Kalbi Var?

Malûm, ahtapotların sekiz tane bacağı vardır. Bunu genelde herkes bilir de, bu acayip kafadanbacaklıların üç tane kalbi olduğu pek bilinmez...

Sekiz kol ve kocaman bir kafaya hayat boyu, ahtapotlara has o mavi kanı pompalayıp duran bu üç kalp, acaba sadece mükemmel üç kan pompasından mı ibarettir? 

Yoksa insanlardaki gibi kafadanbacaklı ahtapotların kalpleri de, sevmek, şefkat ve merhamet etmek gibi duyguların hissedildiği yer midir?

Bunu bilemeyiz. Bunu bilmek için ahtapot olmak lazım gelir. Fakat bir ahtapotun hayatına azıcık yakından bakarsak, denizlerin yüzlerce metre altında, o derinliği kadar karanlık, karanlığı kadar derin tuhaflıklar ülkesinin dibinde, muhteşem bir annelik öyküsünün yaratılıp yaşatıldığına şahit olabiliriz.

Öyle ki, eğer görmesek ve bilmesek, ahtapot gibi bir kafadanbacaklı yumuşakçanın, gezegenin en harikulade annelik maceralarından birinin kahramanı olacağını, herhalde hiçbirimiz tahmin edemezdik...

Ama zaten bu kâinatta, bu yerlerde ve bu göklerde gözlerimizle görmesek, kulaklarımızla işitmesek, hayal dahi edemeyeceğimiz binbir türlü güzellik, sayısız şirin sürpriz, hesapsız mucizevî hediye—hem de bizler için—yaratılmış değil mi? 

 

Yumurta Salkımları

Dünyadan 150 milyon kilometre ötedeki Güneş’ten gelen ışığın, minicik bir bal arısının gözlerini aydınlatıp kanatlarını ısıtması gibi, Allah’ın hadsiz ve hesapsız rahmeti, ahtapotun üç kocaman kalbini birden annelik ateşi ile tutuşturduğunda, bayan kafadanbacaklı işi gücü bırakıp, kendisine denizin yüzlerce metre altındaki kayaların arasında güzel, güvenli bir oyuk, yani bir yuva aramaya başlar. 

Çünkü ahtapotlar, balıklar, kabuklu ya da kabuksuz bütün o öteki deniz canlıları gibi yumurta ile çoğalırlar. Ancak denizin altında yumurtlayıp, yumurtaları da ortalığa bırakmak pek akıllıca bir iş değildir. 

Yumurtaları hem deniz canlılarından, hem de akıntılardan koruyacak sağlam bir yer, kayalıkların arasında güvenli bir mağaracık gereklidir.

Anne adayı ahtapot uygun bir yer bulduğunda elini ayağını daha doğrusu sekiz adet kolunu toplayıp, oraya yerleşir. Sonrasında da tek seferde 200-250 bazen de 1000’e yakın yumurta yumurtlar. 

Ahtapot yumurtaları, iri üzüm tanelerine benzer ve bir üzüm salkımı gibi birbirine tutturulmuştur. 

Bu yumurta salkımları mağaracığın duvarlarına, sırf bu iş için yaratılan özel bir yapışkan salgı ile sağlamca asılır.

 

Kuluçka Dönemi

Ahtapot, bundan sonra hemen hemen bütün yumurtlayan canlıların yaptığı şeyi yapar: Yumurtalarının yanı başında kuluçkaya yatar! Yani onları bekler, korur, gözü gibi bakar...

Fakat ahtapotların kuluçka süreleri kuşlarınki gibi 3-5 hafta değil 6 ay, bazı türlerde de ise 3-4 senedir. Ve anne ahtapotlar, bu süre boyunca yumurtalarını bir an için olsun yalnız bırakmazlar. Yumurtaların ihtiyacı olan oksijeni rahatça alabilmeleri için belli aralıklarla suyu dalgalandırıp tazelerler. Onları tek tek o garip vantuzlu vantuzlu kolları ile okşar ve böylece üzerlerinde alglerin oluşmasını sağlar. Algler, denizlerde yaşayan mikroorganizmalardır ve yumurtaların sağlığı açısından faydaları vardır. Ayrıca onları avcıların iştahlı gözlerinden gizler.

Kuluçka dönemi boyunca anne hiçbir şey yemez. Çünkü avlanması için yuvasından çıkıp, yumurtalarından uzaklaşması gerekir. Ama bunu asla yapmaz, yapamaz...

Aylar geçtikçe acıkır, zayıflar ve bitkin düşer. Denizin yüzlerce metre altında ısı çok düşük olduğu için, beslenmeyen ve neredeyse hiç hareket etmeyen anne ahtapotun vücut ısısı da azalır. Hareketleri iyice yavaşlar. Aslında bu iyi bir şeydir; böylece beslenme ihtiyacı en alt seviyeye iner. Eğer yavrular henüz yumurtalardan çıkmadan açlığı dayanamayacağı seviyeye gelmişse, kendi kollarından bir kaç tanesini yer. 

Nihayet belirlenen süre dolduğunda, yumurtalardan yavru ahtapotçuklar birer birer çıkmaya başlarlar. Bütün yumurtalar çatlayıp, bütün yavrular doğduğunda, anne ahtapotun görevi de sona ermiş olur. Ve yavrularının hiçbirinin mürüvvetini göremeden oracıkta ölüverir...

Derin denizlerin yüzlerce metre altında, ışığın bile ulaşamadığı bu karanlık ve soğuk ülkede, gezegenimizin en ama en sıcak annelik öykülerinden biri yaşanır.

“Hayat bir mücadeledir! Herkes kendi canını düşünür! Güçlü olanlar yaşar, zayıflar ölür gider! Doğa vahşidir, tabiat acımasızdır!” diyenlere inat, kafadanbacaklılar sınıfından garip görünüşlü bir deniz yumuşakçası anne olunca, hiç görmeyeceği yavruları için kendi canını feda eder. Onun kocaman üç kalbindeki merhamet ve şefkat, “Beni yaratan Rahman ve Rahîm olmasa, bende bu merhamet de olmaz, bu şefkat de!” der…