TR EN

Dil Seçin

Ara

Tek Kişilik Cemaat

Tek Kişilik Cemaat

İnsanın çok arkadaşı, tanıdığı olabilir ama çok dost edinmek, çok dost bulmak o kadar kolay değildir. Fedakâr, vefakâr, cefakâr dost nadir bulunur. 

Seni kendine tercih ederek sırf Allah için sevip dostluk yapan insana çok muhtacız. İşte sevgili merhum Hüseyin kardeşimiz bu şekilde dost olan, seven, sevilen, vefakâr dost olan kişilerden biri idi. Sahavetin ve vefanın kendinde tecessüm ettiği nadir kişilerdendi. Rabbe intisabı şaibesiz, rızayı hakkı kazanmada samimi, ona yönelişi aracısız ihlas ile olan bir kardeşimizdi.

Daima vermeyi seven, verdiğinde özel bir haz duyan bir ruha sahip olduğunu hep müşahede etmişimdir. Sanki tek başına bir ümmetin ve bir cemaatin yükünü omuzlamakta idi. Rabbin kulları içinde böyle tek kişilik cemaat ve tek kişilik ümmet bulunduğunu yine rabbimiz bize bildirmekte.

إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتًا لِلَّهِ حَنِيفًا وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ 

“İbrahim tek başına bir toplumdu (ümmetti). Allah’a boyun eğerdi, hep doğruya yönelirdi ve müşriklerden (Allah’ı ikinci sıraya koyanlardan) olmamıştı.” (Nahl, 120)

Buradaki ümmet; toplum, bir lideri olan ve hedefleri uğruna (örneğin din uğruna) o lider etrafında hür iradesi ile toplananlardır. İbrahim (as) başlangıçta kimsenin inanmadığı bir nebi resuldü. Onu izleyen kimse olmamasına rağmen mücadelesine devam etti.  Hz. Musa’nın kavminin içinde de böyle tek başına ümmet görevi yapan insanların olduğunu bildiriyor Yüce Rab bize.

Hüseyin kardeşimiz sanki bir ümmetin ve cemaatin görevini tek başına omuzlama gayreti içinde idi. Hareket ve davranışlarıyla bir şeylerde geç kalındığı zehabını uyandırırdı. Koşuşturuyor, adeta biriken açıkları ve geç kalmaları kapatmaya gayret ediyordu lisanı haliyle; sanki şöyle diyordu:

Geç kaldık, yâ Rab geç kaldık!

Şu hayat işte, gök, dallar, gün,

Bizi sardı, çok oyalandık

Geç kaldık yâ Rab geç kaldık

 

Bırakıp fazlasını ömrün,

Koşup sükûnuna ermeye

Koşup sana hesap vermeye

Geç kaldık yâ Rab geç kaldık.

Ama geç kalmadı, koşa koşa Rabbe yürüdü, hatta biraz da acele etti gibi. Ama kendine verilen görevi noksansız yaptığına inanıyorum. Ne yapalım ki, ölüm hayattan daha gerçek; yaşamın garantisi yokken ölüm kesin, dönüş zorunlu. Ama Hüseyin kardeşimizin dediği gibi, ölüm son değil. Buradan göçüş, bu misafirhaneden ayrılış tüm canlılar için bir kanun, bir zorunluluktur.

Bir şairini dediği gibi:

Ha üç gün önce, ha beş gün sonra.

Geldiğin gibi gidişin.

Nereye gittiyse anan, baban,

Peşinden kardeşin.

 

Bir yaprak dökümüdür dört yandan.

Bir dostun, seninle ağlamış gülmüş,

Bir sabah salayı duyarsın ki 

Ölmüş!

 

Daha dün gibidir hepsi.

Evlendiğin gün çekilmiş resim.

Mesutsun bak, çoluk çocuğunla.

Geçti kaç mevsim…

 

Gençtin, dinçtin… hepsi bir zamanlar.

Nerende şimdi ağrın sızın?

Yatakta mı yavaş yavaş,

Ya sokakta ansızın?

 

Birkaç bahar, bir o kadar kış.

Ömürdür; uzun kısa.

Ne ise göreceğin,

Kısmet ne kadarsa.

 

Hangi yılsa o, hangi ayın hangi günün,

Ecel saati çalınca, gelince sıran.

Nasıl yaşadıysa habersiz,

Nasıl öldüyse bunca insan…

Dostu kaybetmek bir musibettir, acıdır can yakıcıdır. Bu acının karşısında nasıl davranacağız, ne diyeceğiz onu da bize rabbimiz öğretiyor:

“Mallarınızdan, canlarınızdan ve ürünlerinizden eksilterek, sizi biraz korku ve biraz açlıkla yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz, bundan kaçış olmaz. Sen sabırlı davrananlara müjde ver.” “Onlar, başlarına bir şey (musibet) gelince şöyle derler: “Biz, Allah’a aitiz, biz O’nun huzuruna çıkarılacağız.” “Sahiplerinin (Rablerinin) sürekli desteği (salavat) ve iyiliği onlaradır. Doğru yolda olanlar onlardır.” Bakara, 155,156,157)

Tek başına bir toplum ve ümmet olan Hüseyin kardeşimize Mevla’dan rahmet, af, mağfiret ve cennet diliyorum. Rabbim cümlemizi orada sevdiklerimizle ve can dostlarımızla cennette beraber kılsın, bizlere de affı ve rahmetiyle muamele etsin.