TR EN

Dil Seçin

Ara

Hayat ve Haneler

Hayat ve Haneler

Modern hayatın dayattığı sıkıntıların gözümüzde küçülmesi, odaların değil yüreklerin büyümesinden ve aydınlanmasından geçiyor...

Hayat koşuşturması içinde genelde bir yorgunluk ve bezginlik var insanlarda… Maddi sıkıntılar, yetiştirilecek işler… Dünyanın bitmek bilmeyen işleri peşinde hız kesmeden koşan bedenler; ona yetişemeyen ve geride kalan ruhlar, itminan bulmayan kalpler, manevi tatminsizlik… Dış dünyaya yorgunluk, bezginlik olarak yansıyan sorun da bundan kaynaklanıyor aslında.

Şeker Portakalı’nda çocuk kahraman Zeze, “Orası her gün insanları yutan, akşam olunca da çok yorulmuş insanlar kusan bir canavardı” benzetmesini yapıyordu annesinin çalıştığı fabrika ile ilgili olarak. Bugün özellikle büyük şehirlerde yaşanan yoğun ve stresli hayat bu benzetmeyi haklı çıkarıyor adeta. Yoğun iş temposu, güven ve samimiyete dayanmayan ilişkilerin yol açtığı yalnızlık duygusu, insanın ömründen ömür çalan trafik derken insanın bir nefeslenip rahata ereceği, kendine gelip bir sonraki gün için enerji ve moral toplayacağı yer olarak ailece yaşanılan evlerin önemi bir kat daha artmakta.

Hal böyleyken toplumda gittikçe yaygınlaşan ev tasavvuru acaba evin bu işlevi/değeri dikkate alınarak mı şekilleniyor yoksa pek çok alanda olduğu gibi evler de sadece maddi açıdan kendisine anlam yüklenen ve bu yüzden bizim için ferahlık vesilesi değil de yük haline gelen unsurlar mı oldular çoktan beridir?

Salonlar o kadar büyük ki, günün sıkıntıları yanında küçücük kalıyor” diyordu bir ev reklamı spotu. İnsanoğlu sıkıntıdan kaçmak ister ya. Olumsuzluklar olmasın hayatında. Hep rahat etsin. Kolaylaşsın her şey… Ev satın alırken de yıllar sürecek borçlanmaları göze almayı kolaylaştıran bir husus olmalı bu. Yani evin “günün sıkıntılarının küçücük kalacağı büyük salonlara” sahip olması. Oysa uzun dönem borçlanmanın bizatihi kendisi başlı başına bir stres ve sıkıntı kaynağı değil midir? Mekân büyüdükçe günlük sıkıntılar gözümüzde küçülür mü gerçekten? Görünürde ihtişamlı, renkli hayatların yaşandığı düşünülen imrenilesi evler hep mutlu, huzurlu, aradığını bulmuş aile bireylerini mi barındırmaktadır? Öyle olmadığını biliyoruz.

Aile hayatının sığınağı olan mekânlardır evler. Kimileri için cennet bahçelerinden bir bahçe, kimileri içinse cehennem çukurlarından bir çukur. Sevginin, saygının, sadakatin, iletişim ve paylaşımın yaşandığı haneler bir tarafta, bunların olmadığı veya mumla arandığı haneler diğer tarafta… Ne kadar farklı iki fotoğraf çıkıyor karşımıza değil mi? Peki evin genişliği, maddi değeri, oda sayısı, salonların büyüklüğü gibi unsurlar bunun neresinde?.. Bilmem kaç metre kare lüks evlerde yaşayıp, aile fertlerinin hayatı birbirine zindan ettiği evlerin bir kıymet-i harbiyesi var mıdır?

“Allah’ı tanıyan ve itaat eden, zindanda da olsa bahtiyardır… Onu unutan, sarayda da olsa, zindandadır, bedbahttır.” sözü ne kadar da manidar bu bağlamda. Mekânı değil yüreği öncelemektir bu. Mekâna anlam katan yürektir çünkü. Nerede nasıl olduğunuz değil, içinde bulunduğunuz hali nasıl okuduğunuz önemli… Yüreği önceleyen, manevi dünyanın zenginliğiyle hayatı okumak… Vahyin ilk emri olan Yaratan Rabbin adıyla okumak bir başka deyişle…

Hayat dediğin bir imtihansa, dünyada türlü sıkıntılarla karşılaşacağız demektir. Bu sıkıntıları göğüsleyebilmek için imanı kuşanmalı, yüreği geniş tutmalı, gönül dünyasını büyütmeli insan… Nitekim “Biz iman nasip ettiğimiz kişinin göğsünü genişletiriz” buyrulmuyor mu Kur’an’da? 

Modern hayatın dayattığı sıkıntıların gözümüzde küçülmesi, odaların değil yüreklerin büyümesinden ve aydınlanmasından geçiyor vesselam. 

Ne mutlu imanla nasiplenmiş, asıl olanın bilincine varmış ve dünya sıkıntıları gözlerinde küçülmüş geniş yürekli barış insanlarına.