TR EN

Dil Seçin

Ara

Tehlikeli Sözler: “Sünnetin Yeri mi Şimdi, O Eskidenmiş!”

Tehlikeli Sözler: “Sünnetin Yeri mi Şimdi, O Eskidenmiş!”

“Geç onları, sen hangi asırda yaşıyorsun?”, “Onlar Arap toplumunda var olan şeyler.”, “Onlar çoktan geçmiş şeyler.”, “Sen şimdiye gel, bugün modern bir toplumdayız.” gibi benzeri sözler sünneti hafife almak, Peygamberimize karşı bir tavır içinde olmak, İslamî âdet ve alışkanlıkları toplum hayatından kaldırmaya, unutturmaya yönelik bir yaklaşım şeklidir.

Öncelikle sünnet nedir, ne değildir, ne anlama gelir?

Her şeyden önce sünnet, Peygamberimizin takip ettiği yoldur. Peygamberimizin İslam’ı yaşayış ve uygulayış biçimidir ve hayat tarzıdır.

Sünnet, Peygamberimizin ne zaman, nasıl hareket ettiğini gösteren bir metottur. Peygamberimizin izinden gitmektir, onu örnek almak, onun gibi yaşamaya çalışmaktır.

Başka bir ifadeyle sünnetin içeriği şöyledir:

Peygamberimiz, İslam’ı nasıl anlatmış, nasıl yaşamıştır? Kur’an’ı nasıl okumuş, nasıl hayatına geçirmiştir? Nasıl namaz kılmış, nasıl oruç tutmuş, nasıl zekât vermiştir? Nasıl dua etmiş, Allah’ı nasıl zikretmiş, Ona nasıl şükretmiştir?

Resulullah Efendimiz nasıl konuşmuş, neleri konuşmuş, nerede susmuş? Nasıl yemek yemiş, nasıl su içmiş, nasıl oturmuş, nasıl yatmış, nasıl kalkmış? İnsanlarla ilişkileri nasıl olmuş, dünyayı nasıl görmüş, nasıl değerlendirmiştir?

İşte bunlara benzer soruların cevabıdır sünnetin içeriği…

Demek ki, sünnet, bir pusuladır, bir haritadır, bir kılavuzdur, bir yol göstericidir, bir rehberdir. Bunun için sünnet bilinmeden yola çıkılmaz. 

Bir hadis-i şerifte, “Ümmetimin bozulmaya yüz tuttuğu bir zamanda kim benim sünnetime tutunursa yüz şehidin sevabını kazanabilir.” buyuruluyor. (et-Tergib ve’t-Terhib, 1:41)

Ümmetin bozulmaya yüz tutması, günahların açıkça işlenmesidir, çekinmeden haramlara girilmesidir, utanıp sıkılmadan edep ve ahlak dışı davranışların sergilenmesidir, Allah’ın emir ve yasaklarının göz göre göre çiğnenmesidir, sünnete ters düşen bir hayatın teşvik edilmesidir, sünnetin yerini bid’atların almasıdır.

Bid’at, sünnetin terk edilip, onun yerine konulan İslam’a aykırı davranışlar, alışkanlıklar, kurallar ve işlerdir.

Peygamberimiz bid’at hakkında da şöyle buyuruyor:

“Her bid’at dalalettir, sapkınlıktır. Her dalalet ve sapkınlık da cehennem ateşindedir.” (Müslim, Cum’a 43)

Yani, İslam tamamlanmıştır ve hiçbir eksikliği kalmamıştır, bütün kuralları da Peygamberimiz tarafından tespit edilmiştir.

Bunun için İslam’ı ve sünneti eksik ve noksan görerek, İslam’a yeni şeyler eklemek, bid’atlar katmak dalalettir ve sapkınlıktır.

Bu açıdan “O eskidenmiş”, “Hangi çağda yaşıyoruz?”, “Şimdi medeni olmak lazım.”, “Uygarca yaşamak gerek.” gibi bahanelerle ve ileri sürülen gerekçelerle sünnetin “modasının geçtiğini” söyleyip durmak, dinin ikinci kaynağına dil uzatmaktır.

Mesela, yemek ve sofra adabında pek çok sünnet vardır. Yemeğe besmele ile başlamak, sağ elle yemek, önünden yemek gibi sünnetler birer Peygamber âdetidir ve içlerinde pek çok hikmet ve faydalar vardır. Hem işlenmesinde büyük bir sevap vardır, hem de sağlık açısından insan bedenine çok faydası vardır.

Bu sünnetleri küçümser, tenkit eder veya reddeder anlamında konuşmak ve dile dolamak, uygulama esnasında da bile bile aksini yapmak, mesela sol elle yiyip içmeye devam etmek, Batı âdet ve geleneklerine uymak sünnete karşı bir saygısızlıktır.

Bediüzzaman Hazretlerinin anlatımıyla, “Sünnete ittibâ etmeyen, tembellik ederse hasâret-i azîme, ehemmiyetsiz görürse cinayet-i azîme, tekzibini işmam eden tenkit ise dalâlet-i azîmedir.”

Yani sünnete uymayan bir kişi tembellik ederse büyük bir kayıp içine girer. Sünneti önemsiz görürse, büyük bir cinayet işlemiş olur. Sünneti yalanlamaya kalkışır, tenkit ederse bu sefer de büyük sapkınlığa düşmüş olur.

Çünkü Kur’an, Allah’a itaatle Resulullah’a itaat etmeyi, Allah’ın emrini yerine getirmekle Peygamberimizin sünnetine uymayı aynı kategoride değerlendiriyor. Bir âyette de, “Allah Resulü size neyi emretmişse onu yapın, sizi neden yasaklamışsa ondan uzak durun.” (Haşr, 59:7) buyuruluyor. Bu açıdan sünnetin kaynağı Kur’an’dır. 

“O peygamber kendi istek ve arzusu istikametinde konuşmaz, onun söyledikleri kendisine vahyedilenden başka bir şey değildir.” (Necm, 53:3-4)

Bizler Allah’ın dinini elçisinden öğreniyoruz. Bundan dolayı da Allah’ın Elçisi’nin uygulamalarını hafife almak, saygısızlıkta bulunmak, bilerek ya da bilmeyerek dini tahrip etmeye yönelik bir harekettir. 

Âlemler Rabbinin kelamına söz söyleyemeyenler, sünnetleri devreden çıkararak İslamiyet’i hayattan silmeye çalışıyorlar.

Bunun için her türlü günahın serbestçe işlendiği ortamlarda en küçük bir sünneti işlemek bile çok büyük bir önem kazanıyor.

Çünkü bir sünneti işlediğimiz zaman hemen aklımıza Peygamberimiz gelir. Peygamberimizi hatırlamakla da Allah’ın kulu olduğumuzu hatırlarız.

Diyelim ki, yemek yerken sağ elimizle yedik. Her gün birkaç defa yaptığımız bu davranış, bizi bakın nerelere götürüyor? Çünkü biliyoruz ki, Peygamberimiz bir şey yiyip içerken hep sağ elini kullanmıştır.

Bu davranışı Peygamberimiz yaptığından dolayı yaptığımız için sıradan olmaktan çıkıyor, bir ibadet oluyor, bize sevap üstüne sevap kazandırıyor.

Böylece, yemek içmek başta olmak üzere, bütün davranışlarımızı sünnete göre yaparsak, Peygamberimizin nasıl işlediğini öğrendikten sonra uygularsak, günlük hayatımızın tamamı ibadet haline gelir, yirmi dört saat devamlı ibadet yapmış oluruz.

Sünnet denince sadece Peygamberimizin yaptıkları gelmemeli. Sünnetin kaynağı üçtür:

Peygamberimizin sözleri, fiili ve hali…

Fiili; Peygamberimizin yaptıkları, işleri, işledikleri, hareketleri ve uygulamalarıdır.

Hali ise, Peygamberimizin tutumu, davranış biçimleri, yaşantısı ve insanî halleridir.

Sünnetin bu üç kaynağı da üç kısma ayrılır:

Farzlar, nafileler ve güzel âdetler.

Peygamberimizin farz ve vacip olarak yaptıklarını aynen yapmaya zaten mecburuz.

Meselâ, Peygamberimiz namaz kılmış, oruç tutmuş, zekât vermiş, günah işlememiştir. Bu ibadetlerin her biri birer farzdır.

Her Müslüman’ın bu ibadetleri yapması gerekir. Böylece hem bir farzı yerine getirmiş oluruz, hem de Peygamberimizin yaptığını yapmış olmakla sünneti işlemiş oluruz.

Bir hadiste Peygamberimiz, kendisinin nasıl namaz kılmışsa, bizim de o şekilde namaz kılmamızı emretmiştir. Bu durumda, farzla birlikte sünneti de işlemiş oluyoruz.

Sünnetlerin bir de nafile kısmı vardır. Bu da iki kısımdır:

Birincisi, ibadetlerin içinde yer alan sünnetlerdir.

Abdestin sünnetleri, namazın sünnetleri, orucun sünnetleri ve haccın sünnetleri gibi…

Meselâ abdest alırken ağzımıza ve burnumuza su vermek sünnettir. Namazda elimizi bağlamak sünnettir. Oruç tuttuğumuz günlerde sahura kalkmak, iftar yapmak sünnettir.

Sünnetler değişmez ve değiştirilemez. Değiştirilmeye kalkılırsa bid’at işlenmiş olur, İslam’ın ruhuna aykırı hareket edilmiş olur.

Bu farz olmayan sünnetler işleyince çok büyük sevap kazanılır. Fakat terk edince bir ceza söz konusu değildir. Ancak değiştirilmesi, yerine başka bir şeyin konulması bid’attır ve çok büyük hatadır, vebaldir.

İkinci tür sünnetler de, Peygamberimizin oturması, kalkması, yemesi, içmesi ve yürümesi gibi günlük âdetleridir. Bu hallerde de onu örnek almak, onun yaptığı tarzı benimseyip uygulamak hayatımıza feyizler ve bereketler getirecektir. Kur’an da Allah’ın sevgisini Resulullah’a (asm) uymaya bağlıyor ve diyor ki:

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.” (Âl-i İmran, 3:31)