TR EN

Dil Seçin

Ara

Mutluluk Deyince

Mutluluk Deyince

Modernizmin sunduğu mutluluk anlayışı, bugün geldiğimiz noktada sorgulanıyor...

Ülkemizde kutlanan gün ve haftaların sayısında hissedilir bir artış olduğu dikkatinizi çekmiştir. Çocukluğumuzda okul programlarıyla sınırlı bir şekilde kutladığımız az sayıdaki gün ve haftalar, iletişim teknolojisindeki gelişmeler ve dünyamızı küçük bir köye dönüştüren etkileşim nedeniyle artık daha yaygın bir şekilde gündem oluşturmakta; çok farklı platformlarda düzenlenen etkinliklerle belirli konular hakkında farkındalık oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Yılın 365 gününden 125’inden fazlasında özen gün kutlandığı, 50’ye yakın da belirli hafta kutlaması yapıldığı ülkemizde birkaç yıldan beri kutlanmakta olan ilginç bir hafta var. BM’nin 2012 yılında aldığı bir karara dayanılarak insanlığın tarih boyunca peşinden koşup durduğu mutluluğa da bir hafta tahsis edilmiş durumda ve 12-20 Mart tarihleri arası Mutluluk Haftası olarak kutlanmakta.

Bu vesileyle mutluluğun resminin yapılması, BM mutluluk endeksine göre sıralanan ülkeler tespit edilerek mutluluğun haritasının çıkarılması, mutluluğun formülü, mutluluğun sırları, mutlu olmanın pratik yolları, vücutta mutluluk hormonu olarak bilinen seratonin endorfin, dopamin seviyelerinin artmasını sağladıkları için “mutluluk bombası” olarak adlandırılan besinler üzerine yazıldı, konuşuldu, çizildi.   

Haftanın sona ermesiyle insanlar hayatın rutinine döndüler ve bir başka belirli gün veya haftanın gündeme alınmasıyla zihinler gönüller onlarla meşgul olmaya başladılar. Herhangi bir konuda yerleşik zihniyet kalıplarının ve alışılagelmiş davranış değişikliğinin hemen gerçekleşmesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım değil. Ancak farkındalık hali bizi yeniden düşünmeye, mevcut tanım ve anlayışlarımızı gözden geçirmeye, gerekiyorsa değişmeye sevk ediyorsa kıymetli. 

Bu hafta vesilesiyle modernizmin sunduğu mutluluk anlayışının bugün geldiğimiz noktada sorgulanıyor olması önemli. Şöyle ki, modernizm insana aile, gelenek, din gibi kendini sınırlayan, kendini gerçekleştirmesine mani olan kurumlardan kurtulup, ekonomik açıdan ihtiyaçlarını giderebildiği, kendi kendine yeter olabildiği takdirde mutlu olacağını vaat etmişti. Ülkeler açısından ekonomik büyüme, gayri safi milli hasıla, gelişmişlik düzeyi, kalkınma hızı, harcama kalemleri ve miktarları hep iyilik hali ve mutluluk göstergesi olarak önemsendi, öncelendi.

Oysa şimdilerde mutluluk kavramına dair yeni anlayışlar ve yaklaşımlar dile getirilmekte. Bu nedenle 2011 yılında alınan kararla yeni bir yaklaşım ortaya konmakta ve kalkınmanın artık daha bütüncül bir tanımının yapılması gerektiği dile getirilmekte. Ekonomik göstergelerin iyileştirilmesi kadar ülkelerin vatandaşlarının mutluluklarını ölçmeleri ve elde ettikleri verilerle kamu politikalarına yön vermeleri tavsiye edilmekte. Tek başına refah artışının mutluluk anlamına gelmediğine işaretle “gayrisafi milli hasıla” yerine “gayri safi milli mutluluk” gibi yeni bir kalkınma göstergesinin kabulü oldukça ilginç. Bu tanımı kabul eden ilk ülke de bir Güney Asya ülkesi olan Butan. 

BM yıllık mutluluk endeksi raporları ekonomik verilerden ziyade sosyal verilerin insanların mutluluğuna etki ettiğini göstermekte. Sevgi bağları, üretkenlik, aktif hayat, başkalarına yardım, insanı mutlu eden hususlardan bazıları. Gelir, sağlıklı yaşam beklentisi, sosyal destek, özgürlük, güven, cömertlik gibi altı değişken üzerinden değerlendirilen ülkeler arasında, ekonomide ilk 10 sırada yer alan ülkelerin mutluluk endeksinde ilk 10’a girememeleri söz konusu. İlk sırada yer alan “en mutlu ülke” Finlandiya’nın öne çıkan özellikleri sosyal devlet, sosyal dayanışma ve kurumsal destek olarak ifade ediliyor.

Türkiye’ye gelince bu değişkenler baz alındığında 156 ülke arasında 74. Sırada yer alması söz konusu. Burada “ol mahiler ki derya içreler deryayı bilmezler” sözü akla geliyor. Kendi medeniyet kodlarımızın hayatımıza yön vermiyor oluşu bizi bu noktaya getirmiş olmalı diye düşünmeden edemiyor insan. Sade hayat, doğaya saygı, temizlik, kendi içinde ve başkalarıyla olan ilişkilerde denge, toplumsal dayanışma, yardımseverlik gibi hem birey hem toplum bazında nice güzel meziyetlerin örnekliğini sunmak vardı dünyaya… Bunu da birilerinin yaptığı listelerde üst sıralarda yer almak için değil, fıtratın gereği budur, insan olmak, mümin olmak bunu gerektirir diyerek… Rıza-yı Bari bundadır düşüncesiyle, hayır niyetiyle, akıbetin de hayır olacağı ümidiyle…

Belki de aradığımızın adını doğru koymalıyız… Mutluluk dediğin daha çok dış sebeplere bağlı, anlık ve kırılgan duygu yükselmeleri… Huzur ise anlamlı, amaçlı ve hikmetli bir hayatın içinde içten memnuniyetin ve razı oluşun ifadesi… Tüm ekonomik ve sosyal göstergeler açısından memnuniyet verici olduğu düşünülen ancak, Aşkın olanla bağını koparmış, ötelere uzanmayan bir iyilik hali faniliğe razı olmayan insanı mutlu etmesi düşünülebilir mi? “Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur” demiyor mu Kur’an?