TR EN

Dil Seçin

Ara

Sanat Gözüyle Mescid-i Nebevî / Osmanlı Sanatkârlarının Tabloları

Sanat Gözüyle Mescid-i Nebevî / Osmanlı Sanatkârlarının Tabloları

Medine Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra Mescid-i Nebevi’de ilk imar faaliyeti Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlamış ve İstanbul’dan gönderilen ustalar Mescid-i Nebevi’yi imar ve tezyin etmişlerdir.

Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra yapılan en önemli şeylerden birisi Mescid-i Nebevi’nin inşa edilmesi olmuştur. Bizzat Hz. Peygamberin yapımı ile ilgilendiği bu yapı Medine’nin tam merkezinde yer almış ve fonksiyonları bakımından, ondan sonraki bütün şehir planlamalarında örnek alınmıştır.  

Mescid-i Nebevi’nin yapıldığı yer Medine’ye teşrifinde devesinin çöktüğü yerdir. 

Mescidin inşası 622 yılında Hz. Peygamberin temeline ilk taşı koymasıyla başlanmış ve müştemilatıyla birlikte bir yıl kadar sürede tamamlanmıştır. Mescit ilk inşa edildiğinde duvarları kerpiçten örülmüş ve etrafına kerpiçten bir duvar ile avlu yapılmıştır. Yaklaşık bir dönüm bir araziye yapılan mescide üzeri hurma kütükleri ve dalları ile kaplanmıştır. 

Mescid-i Nebevi'nin tahmin edilen ilk mimari yapısı

Tarih içerisinde sürekli genişletilen Mescid-i Nebevi yapılışından itibaren sadece Medine’nin değil dünyanın en önemli ilim ve kültür merkezlerinden olmuştur. Ashab-ı Suffa denilen ve sahabelerden hayatını Kuran’a ve İslam’ı yaymaya adayanlarla başlayan bir okul olmuştur.

Bilhassa hac ve umre için dünyanın her yerinden gelen âlimlerin de toplanma ve istişare merkezi olmuştur.

Mescidin ortasında bir su kuyusu ve güney tarafında Peygamberimizin ailesine ait odalar inşa edilmiştir. Mescidin kıblesi Kudüs’ten Mekke’ye çevrilince Mescidi Nebevinin planı da değişikliğe uğramıştır.

Dört halife dönemi ve sonrasında sürekli istimlak yapılarak Mescid-i Nebevi’nin alanı büyütülmüştür. Mescid-i Nebevî’ye Emevî döneminde minare, niş tarzı mihrap ve şerefe eklenmiştir. 

İlk defa Memlükler  devrinde Hz. Peygamberin’in kabri üzerine ahşap bir kubbe inşa edilmiştir.

Medine Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra Mescid-i Nebevi’de ilk imar faaliyeti Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlamış ve İstanbul’dan gönderilen ustalar Mescid-i Nebevi’yi imar ve tezyin etmişlerdir. 

Haremeyn işlerine büyük önem veren II. Mahmud’un emriyle Hücre-i Saadetin üzerine yaptırılan “Kubbetü’l-Hadra” adı verilen taştan yeni bir kubbe yapılmış, üstü de kurşunla kaplanarak yeşile boyanmıştır.

Osmanlılar döneminde Mescid-i Nebevi’de en büyük imar faaliyeti Sultan Abdülmecid zamanında gerçekleştirilmiştir. Abdülmecid, 1849 yılının sonlarında mescidi yeniden inşa etmeye karar vererek mimar Abdülhalim Efendi’yi bu amaçla görevlendirmiştir.

Mescid-i Nebevi mihrabı bugün süsleme açısından verilebilecek en güzel örneklerden bir tanesidir. 

Her ne kadar Mescid-i Nebevi ilk inşa edildiğinde bir mihraba sahip değilse de 1483 yılında Memlük Sultanı Kayıtbay, siyah-beyaz ve renkli mermer malzeme kullanarak, geometrik motifler, madalyon ve şerit halinde celi sülüs yazılarla tezyin ettirdiği mihrap bugün de kullanılmaya devam etmektedir. 

Yapıya ait minareler ise son görünümüne Osmanlı döneminde kavuşmakla birlikte farklı dönemlerde sayıları artarak bazı değişiklikler geçirmiştir. Bugün güney-doğu köşesinde hâlâ mevcut olan minare Memlük sanatının en güzel işçiliklerini yansıtır. 

Osmanlı devrinde Kanunî ve Sultan Abdülmecid taraflarından inşa ettirilen diğer minareler tamamen Osmanlı mimari üslûbunda inşa edilmiştir. 

En kapsamlı düzenlemelerin yapıldığı Sultan Abdülmecid döneminde Mescid-i Nebevi’nin zemini mermer malzeme ile kaplanmış, sütun başlıkları altınla süslenmiş, kıble duvarı ise Osmanlı çinileriyle kaplanmıştır. Aynı zamanda Hattat Abdullah Zühdü Efendi tarafından mescidin kubbesi, kıble duvarları ve kapılarının üstü, değerli hat sanatı örnekleriyle tezyin edilmiştir.

Tam da o zamanlarda yapıldığı tahmin edilen 60x80 cm. ölçülerinde bir Kabe tablosu, Peygamberimizin kabrinin bulunduğu Hücre-i Saadetin arka tarafında Suffe’nin tam karşısında duvarda çiniler arasında göze çarpar. 

Bir adet 100 cm. yarı çapında yarım daire bir yağlıboya “Kuba Mescidi ve Yolu” tablosu da Mescidin Osmanlı sütunlarıyla kaplı ilk bölümünün kuzey kapılarının birinin iç kısmında yukarıda gözümüze çarpar. 

Bu iki tablo ecdadımızdan kalan hat ve çini süslemelerinin yanı sıra, resim sanatının örnekleri de Osmanlı’dan günümüze kalan miras arasındadır.