TR EN

Dil Seçin

Ara

Yakınlarda Bir Köy Özlemi

Yakınlarda Bir Köy Özlemi

Yaz günlerine denk getirilen düğünlerde yaşatılan gelenekler, yemek kültürü, eğlenme biçimleri, giyilen yöresel kıyafetlerden bahsettiğinde arkadaşı, alışılagelen hayat tarzı ve yaşama biçiminden farklı bir dünyayı tanımış, “aslında köy tatili bu” demişti kendi kendine.

“Anne niye bizim köyümüz yok?”

Arkadaşının yaz tatilini geçirdikleri köylerinde yaşadıklarına dair anlattıklarına özenip sormuştu bu soruyu. Kendileri de ailece sevdikleri bir tatil köyüne gidiyorlardı her yaz. Bir hafta on günlük tatil, iş ve okul yorgunu aile bireyleri için hayatın rutininden biraz olsun uzaklaşma fırsatı oluyordu. Ancak burada da belli bir alanda kendileri için hazırlanmış eğlenme, dinlenme, havuz keyfi ve yemek seçenekleri arasında tercihlerde bulunmak suretiyle günlerini geçirmekte olduklarını ve yine bir çeşit rutin içinde hareket etmek durumunda kaldıklarını düşünmeye başlamıştı son zamanlarda. Özellikle arkadaşının heyecanla anlattığı tatil hatıralarını dinledikten sonra. Çünkü arkadaşının bahsettiği köy başka bir köydü.

Sabahları kahvaltı sofrasında yedikleri yumurtaları kendi elleriyle topladıkları kümesten, akşamları anneannesinin kendisinin meraklı bakışları eşliğinde ineği ile tatlı tatlı konuşarak sağdığı sütten, bahçedeki envai çeşit meyve ağaçlarından, dallarından koparıp yedikleri taze mis kokulu kirazlardan, üzümlerden, eriklerden, yeterli olgunluğa eriştiklerinde biçilecek buğdayların, ayçiçeklerinin gözü okşayan birer tablo misali uzayıp giden manzaralarından,  gün boyunca bağ bahçe gezip tozmalarından, hayvanların meraya salınması, sulanması, beslenmesi, mahalledeki çeşme veya kuyudan eve su taşınması, bahçedeki toprak fırında ev için ekmek pişirilmesi gibi işlerden bahsediyordu arkadaşı.

Yazdan yapılan kış hazırlıkları da bahsedilmeye değerdi. Tarhana, turşu, erişte, yufka, pestil, reçel, pekmez… Kendilerinin market veya semt pazarlarında “organik” olmaları hasebiyle daha fazla ücret ödeyerek satın almayı tercih ettikleri bu gibi “ürünler”,  köy hayatının doğal akışı içinde imece usulü bir araya gelen ablaların, yengelerin, teyzelerin, komşuların sohbet ve muhabbet eşliğinde sarf ettikleri el emekleri göz nurları idi aslında.

Bir de yaz günlerine denk getirilen düğünlerde yaşatılan gelenekler, yemek kültürü, eğlenme biçimleri, giyilen yöresel kıyafetlerden bahsettiğinde arkadaşı, alışılagelen hayat tarzı ve yaşama biçiminden farklı bir dünyayı tanımış, “aslında köy tatili bu” demişti kendi kendine.

Aylardan Haziran. Karne heyecanı, okulların kapanması derken uzun bir yaz tatili bekliyor bizi. Günümüzde nispeten azalmış olsa da tatil dendi mi yapılacaklar arasında ilk akla gelen köye gitmekti bir zamanlar. Köy yaşantısını tecrübe etmek, farklı bir hayata dâhil olmak, hayatın doğal akışı içinde eğlenirken dinlemek, aynı zamanda “hayat okulu” derslerinden nasiplenmek demekti tatil. Bol hareketli, göz açıp kapayıncaya kadar geçen, bir sonraki yaz tatiline kadar anlatılacak onca hatıranın biriktirildiği bir zaman dilimi.

Şimdiki modern şehir çocuklarının hayal dünyalarından gittikçe silinmekte köy hayatı. Hızlı şehirleşme ve köy nüfusundaki azalma bunda etken şüphesiz. 2017 verilerine göre nüfusumuzun %92.5’unun şehirlerde, %7.5’unun köylerde yaşadığı tespit edilmiş. Dünya nüfusunun da yarısının şehirlerde yaşadığı; çok gelişmiş bölgelerde nüfusun %75’inin, az gelişmiş bölgelerde ise %45’inin şehirlerde olduğu ifade ediliyor.

Bu bir anlamda üretimin, sadelik ve orijinalliğin, yakın insan ilişkilerinin menbaı olan köy hayatı karşısında insanı hızlı, stresli, rekabetçi olmaya adeta mecbur eden, herkesin aslında birbirine benzediği, benzer yapılarda ikamet ettiği, yeme içme eğlenme giyim kuşam noktasında benzer davranış kalıpları sergilediği, farklı olmak adına da “daha daha” derken artık “en”leri zorlar hale geldiği şehir hayatının galebe çalması demek olmuyor mu?

Sanayileşme, kalkınma, şehirleşme derken büyük değişim ve dönüşümlerden geçmiş olmanın bizi getirdiği nokta bu. Şehir hayatına gözlerini açan çocuklar... Kurallı, çok küçük yaşlardan itibaren kreşti, okuldu derken rutine bağlanmış şehir hayatı… Hep bir yerlere yetişme, geç kalmama çabası ve insanın ömründen çalan trafik çilesi ile ne kadar erken yaşlarda tanışmak zorunda kalıyor değil mi çocuklarımız? Oysa çocukluk doğallık demek, özgürlük demek… Ayakları toprağa basmamış çocuklar site parklarına serpiştirilen birkaç büyük renkli oyuncak arasında çocukluklarını yaşayıp, gerçek bir hayat tecrübesi edinebiliyor mu sanki? Bir alternatif olarak gündeme gelen çeşitli yaz kursları yine şehir hayatı içinde programlanmış, kurumsal, kontrollü, kurallı, belli saatlerde yetişilmesi gereken hazır paket yaz tatili etkinliği seçenekleri olarak çıkıyor karşımıza.

Oysa küçük de olsalar kendilerini “hayat yorgunu” hisseden bu “minik savaşçılar” için saatlerle değil, gün doğumu ve batımı ile başlayıp biten, kendi rutinlerinden farklı bir hayatı tecrübe ettikleri, merak duygularını, öğrenme heveslerini artıran, bedenen yoruldukları ama zihnen dinlenip aydınlandıkları ve gelecek çalışma dönemi için enerji topladıkları doğal bir köy hayatı ne güzel bir soluklanma fırsatı olur değil mi?

Şehirleşme modernleşmenin bir gereği ve bir ilerleme göstergesi. Köylü toplum olmaktansa şehirli toplum olma tercih edilir bir olgu. Ancak bu artıları ve eksileri ile düşünülmesi gereken bir konu. Bugün kalabalık şehir nüfuslarının beslenme ihtiyacının az sayıdaki köy nüfusu tarafından geleneksel tarımla karşılanması son derece zor. Daha az zamanda daha fazla ürün alma ihtiyacı bu kez endüstriyel tarım ve hayvancılığı gündeme getiriyor. Toprak artık “sadık yar” değil, hayvanlar da “mektuplarda hali hatırı sorulan, gönderilen selamlardan nasibini alan canlar” değil. Kimyasallar, hormonlar, katkı maddeleri girdi araya ve biz toprağın, nehirlerin, ormanların ölümünden bahsettiğimiz demlerdeyiz.

Sosyolojik açıdan baktığımızda da köyünde üreten, evine tarla, bağ bahçe, erzak hazırlama hayvan bakımı vs derken önemli bir ekonomik katkı sunan kadının, şehir hayatına dâhil olduğunda işsiz hanesine kaydediliyor olması ve istatistiklere bakıldığında üretmeyen tüketen pozisyonuna düşmesi de dikkat çekici bir husus olarak karşımıza çıkıyor.

Yine ‘köylülük’ ilerleme adına aşılması gereken bir basamak olarak sunuluyor ama şehirli olunca köy kahvaltısının para ile satın alınan bir hizmete dönüşmesi manidar. Bir yandan tarla bağ bahçede uğraşmak yerine ücretli çalışmanın tercih edilmesi gerektiğinde hemfikirizdir ama insanlar maaşlarının bir kısmı ile “hobi bahçeleri” kiralayarak çalışma hayatının stresini atma imkânından mahrum etmemeliler kendilerini.

Hem bugünümüzü hem geleceğimizi ilgilendiren ekolojik dengedeki bozulmaların, sel, kuraklık, iklim değişikliği, küresel ısınma gibi doğa ve çevre problemlerinin yine modernleşme şehirleşme minvalinde değerlendirilmesi gereken konular olduğunu da ifade etmek gerekiyor. Kısaca “Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu!”

Köy hayatının cazip hale getirilmesi, canlandırılması, gerçek üretim ve doğal hayatın devamının sağlanması gerekiyor. Şehirlere çeşitli nedenlerle akın etmiş, tutunamamış veya zoraki tutunmaya çalışan, bunun maddi manevi bedelini ödemekten mustarip insanlarımızın köye dönüşünü teşvik edecek kolaylaştıracak politikalara ihtiyacımız var. Çünkü kendi yerinde yurdunda mutlu huzurlu bir şekilde üreten, ailesine ve ülkesine katkı sunan insanların varlığı, karne heyecanı sonrası köy anıları biriktirmek isteyen çocuklardan tutun da doğal hayatın börtü böceği ve toprağına kadar pek çok canlının hayatının daha iyi olmasıyla yakından ilgili vesselam.