TR EN

Dil Seçin

Ara

Cesaretin Arka Planı / Kur'an ve Sünnet Işığında

Cesaretin Arka Planı / Kur'an ve Sünnet Işığında

Müminlerin cesareti ve kâfirlerin korkaklığı, özellikle savaşlarda çok açık bir şekilde görülmektedir. Mümini cesur yapan nedir?

Müminlerin cesareti ve kâfirlerin korkaklığı, özellikle savaşlarda çok açık bir şekilde görülmektedir. Mümini cesur yapan, temelde şu iki esastır:

a- Ecel birdir, değişmez.

b- Ölürsem şehidim, kalırsam gazi.

 

a- “Onların ecelleri geldiğinde, bir an geri kalmazlar, öne de geçmezler” ayeti, “ecel birdir, değişmez” gerçeğini ders verir. Savaşta ön cephede olanla, arka cephedeki, ölüme aynı uzaklıktadır. Hatta cephede olanla, evinde istirahat eden arasında, ölüme uzaklık-yakınlık farkı yoktur. Niceleri vardır, pek çok savaşa girer, yatağında vefat eder. Niceleri de vardır, ilk defa savaşa katılır, hayatını kaybeder.

Halid Bin Velid’in durumu, buna güzel bir örnektir. Yatağında ömrünün son dakikalarını geçirirken etrafındakilere şöyle der: “Şu kadar savaşa katıldım. Vücudumda ok-mızrak yarası veya bir darbe izi olmayan hiçbir uzvum yok. Ama gördüğünüz gibi, yatağımda vefat ediyorum. Korkakların kulakları çınlasın!”

b- Mümin için, savaşta iki güzelden biri vardır: Ya şehitlik, ya zafer. “Ölürsem şehidim, kalırsam gazi” diyen bir mümin, böyle beklentileri olmayan bir kâfirden, elbette daha cesur olacaktır.

Öyle görülüyor ki, nefis terbiyeyi kabul eder. Rezil hasletlerden sıyrılıp, güzel hasletlerle donanır. Bunun neticesinde, paraya-pula kul olmaktan kurtulur, Allah’a kul olur. Menfaat peşinde değil, fazilet peşinde koşar. Hevaya değil, hüdaya tâbi olur. Himmetini yüksek tutar. Kendi için değil, başkaları için yaşar. “Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir” hakikatine mazhar olur.

 

Cesaret-niyet ilişkisi

Hz. Peygamberin ifadesiyle, “Ameller niyetlere göredir. Herkes için ancak niyet ettiği vardır.” Cesaretin makbul bir amel olması, iyi bir niyete bağlıdır. Niyette problem varsa, cesur görünümlü bir amel, Allah katında bir kıymete haiz olmayabilir.

Uhud Savaşı’nda yaşanan Kuzman olayı, buna ibretli bir misaldir. Şöyle ki: Kuzman, cesur biridir. Savaşta çok yararlılık gösterir. Resulullah, daha önceden onun cehennem ehli olduğunu söylemiştir. Kuzman, ağır yaralı bir halde iken, biri der: “Vallahi, bugün büyük cesaret gösterdin. Müjdeler olsun sana.”

Kuzman der: “Ne müjdesi? Ben ancak kavmimin şerefi için savaştım. Yoksa savaşmazdım.”

Daha sonra, yarası şiddetlenince, acıya dayanamaz, kendini öldürür.

Öyle anlaşılıyor ki, cesaret, güzel bir niyetle yan yana olma durumunda makbul bir amel olur, değilse bir kıymet ifade etmez.

 

Cesaretin frenlenmesi

Arabalarda fren sistemine ihtiyaç olması gibi, cesarette de zaman zaman fren sistemine ihtiyaç olabilir. Şu ayete bu çerçevede bakabiliriz:

“Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.”

Mesela, kendini uçurumdan atmak veya trenin altına yatmak gibi hareketler intihar anlamına geldiğinden dinen caiz olamaz.

İslam’ın o çetin Mekke döneminde, bazı müminler Hz. Peygambere gelip derler: “Ya Rasulallah, Allah’a dua etsen de bize zafer verse.” dediler. Hz. Peygamber, onlara şöyle cevap verdi: “Sizden önceki ümmetlerde öyle durumlar olmuştu ki, kimi çukura konulup başı testereyle kesiliyor, vücudu ikiye biçiliyordu. Kimi, demir taraklarla taranıp eti kemiğinden ayrılıyordu. Fakat bu haller, onları dinlerinden döndürmüyordu. Allah’a yemin ederim ki, Allah bu işi tamamlayacaktır. Öyle ki, San’a’dan Hadramevt’e giden bir atlı, Allah’tan ve koyunları hakkında kurttan başkasından korkmayacaktır. Fakat siz, acele ediyorsunuz.”

Ancak üstteki ayeti yerinde gösterilmesi gereken cesur hareketlere bir engel gibi de görmemek gerekir. Nitekim “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” ayetiyle ilgili olarak, şu rivayete de yer verilmiştir:

Muaviye zamanında, İslâm ordusu İstanbul önlerine gelir. Savaş esnasında, muhacirden bir zat, düşman saflarına dalar. Bazıları, bu hareketi “kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” ayetine aykırı görür. Bunun üzerine, Hz. Peygamberin sancaktarı Ebu Eyyub El-Ensarî şöyle der: “Biz bu ayeti daha iyi biliriz. Çünkü bu ayet, bizler hakkında indi. Rasulullah ile beraber yaşadık. Onunla beraber çok hallerle karşılaştık. Ona yardımcı olduk. Neticede İslâm galip geldi. Ensar olarak bir araya toplandık. “Allah bize, Rasulüne sahabî olmayı, Ona yardımcı olmayı nasip etti. Artık İslâm galip geldi, Müslümanlar çoğaldı. Biz Onu, çoluk-çocuk ve mala tercih etmiştik. Artık savaş bittiğine göre, evlerimize, çocuklarımıza dönelim, onlarla yaşayalım.” diye konuştuk. İşte bizler böyle bir halde iken, bu ayet nâzil oldu.

Öyle anlaşılıyor ki, bazan tehlike ileri atılmakta değil, geri kalmaktadır.