TR EN

Dil Seçin

Ara

 Dillerin Ortaya Çıkışı / Babil Kulesi

Dillerin Ortaya Çıkışı / Babil Kulesi

Dilbilim üzerine araştırma yapan uzmanların en çok hayrette kaldığı ve açıklamakta zorlandıkları konu dilin ortaya çıkışı ve gelişimidir. Evrime dayanan ateist ve maddeci felsefeciler ve bilim adamları, insanın evrimleşerek geliştiği varsayımından hareketle, konuşma ve dil gelişiminin de buna paralel evrimleştiğini kabul ederler.

Aslında gelişen gen teknolojisiyle birlikte insanın DNA yapısından hücreye, sinir sisteminden yürüyen proteinlere kadar her şeyde var olan olağanüstü tasarımın tesadüf veya kendi kendine olamayacağını da herkes biliyor. Sadece insan değil belki canlı ve cansız her şey böyle bir akıllı tasarım ürünü olarak mükemmel bir şekilde karşımızda dururken, bunu illa ki bir yaratıcıya vermemek için yollar aramak, naturalist ve pozitivist bilim dilinin en zor problemlerinden biri olsa gerek.

İnsanların nasıl konuşma becerisi kazandıkları ve bir dil sistemi geliştirdikleri, dilbilimciler için ciddi bir araştırma alanı. Şüphesiz bütün canlılar iletişim ihtiyaçlarını karşılamak için bir dil kullanıyorlar. Dünyanın neresinde olursa olsun hayvanlar yabancı dil sorunu yaşamadan birbiryle iletişim kurabilirlerken, insanoğlu üçbinden fazla dile sahip olduğu için, ne yazıkki yabancı dil sorunu ile karşı karşıya bulunmaktadır. Hatta sadece Filipinler’de yüzelliden fazla dil bulunması ve birbiriyle düşman kabilelerden oluşması da başka bir gerçektir.

İnsanların farklı diller konuşması ile ilgili bilinen en eski efsane Babil kulesidir. Meşhur Hollandalı ressam Pieter Bruegel’in tablolarını yaptığı ve dünyanın yedi harikasından biri olan Babil kulesinin hikayesi Eski Ahit adı verilen Tevrat’a kadar uzanır. Bediüzzaman Hazretleri tarafından ‘tebelbül-ü akvam’ olarak tanımlanan bu olay Musevi, Hıristiyan ve İslam kaynaklarında benzer şekilde yer alır.

Babil halkı o kadar zengin ve refah seviyesi yüksek bir toplumdur ki, Allah’a isyan ederek yoldan çıkarlar. Rivayetlere göre bundan yaklaşık beşbin sene önce asma bahçeleriyle meşhur Babil’in hükümdarı yedi katlı bir kule yaptırarak Allah’a ulaşabileceğini düşünmüştür. Yapımı yıllar süren kule doksan metre çapında bir alana oturan ve yine doksan metre yüksekliğinde olup hem bir tapınak, hem soylu sınıfa mensub insanlar için saray ve yaşam evleri içeren, çarşı ve asma bahçeleriyle fantastik bir yerdir. Ancak beklenmedik birşey olur ve bir gece ilahi bir mucize ile Babil halkının dilleri farklılaşır. Sabah kalkan insanlar birbirlerini anlayamazlar ve ardından dağılıp giderler. Kule ise tamamlanamadan kalır ve sonra da harap olur. Böylece dünyadaki binlerce dil de doğmuş olur.

Dilbilimciler ve göstergebilimciler dili; insanın düşünce ve algısındaki kavramları sembolize eden, gösteren ve gösterilenden ibaret bir sistem olarak tanımlarlar. Ancak ortak kodlardan oluşan bir sistemin ortak yorumlanmasından oluşan bu sistem, kodları bilmeyen veya farklı yorumlayan insanlar için yabancı bir dil olarak kabul edilir. Babil halkının sorunu belki de sadece farklı dil konuşmak değil aynı zamanda ses kodları olan kelimeleri farklı yorumlamaktan da kaynaklanmış olabilir.

En eski kaynaklardaki belâgat âlimleri ve dilbilim uzmanları dillerin ve kelimelerin ortaya çıkışını nedensiz olarak tanımlarlar. Yani kafamızdaki bir kavram (örneğin sevgi veya özlem) veya tabiattaki bir nesne (örneğin elma) nedensiz olarak dil sistemimiz içindeki bir kelime ile ifade edilir. Yani hem söz olarak, hem de yazı olarak kullandığımız kelimenin nasıl dilimize girdiği tanımlanamıyorsa ve herhangi bir nedene dayandırılamıyorsa buna nedensizlik ilkesi adını vermişler. Yani biz ‘elma’ derken, İngilizce ‘apple,’ Fransızca ‘pomme,’ Latince ‘pupillam,’ Arapça ‘tuffah,’ İtalyanca ‘mela,’ İspanyolca ‘manzana’ kelimeleri elma kavramını temsil ederler. Ancak bir kökten türeyen kelimeler nedensiz değildir. Fakat kelimenin kökünün ortaya çıkışı nedensizdir.

Yine hem Eski Ahid yani Tevrat’ta ve hem de Kuran’da anlatılan Âdem aleyhisselamın “isimlerin öğretilmesi mucizesi” (tâlim-i esma) var ki, dünyadaki bütün dillerin temeli olarak kabul edilebilir. Yani varlık âlemindeki herşeyin ismi ona öğretilmiştir. Hatta Allah’ın “esma-ül hüsna” tabir edilen bütün isimleri ki, bir rivayete göre binlercedir, tâlim-i esma mucizesi ile Hz. Âdem’e öğretilmiştir. Yani ilk kelimelerin ortaya çıkışı nedensizlik ilkesinin ötesinde, insan aklını aşan ilahi bir ilim ve irade eseri olarak kabul edilebilir.

Alfabe ve yazıların ortaya çıkışı ise genellikle tabiattaki biçimlerin soyutlamasına dayanan semboller ile olmuştur ki, bu da nedensizlik ilkesi ile açıklanamaz. İnsanların belirli işaretler üzerinde uzlaşarak ortaya koyduğu pek çok sembol de böyle bir nedene dayanabilir. Sevgi için kalp ve ölüm tehlikesi için kurukafa gibi. Ancak trafikteki ışıklar veya işaretler gibi üzerinde ortak bir fikir birliğine varılmış bazı semboller de nedensiz olabilir. Örneğin noktalama işaretleri gibi.

Aslında tefekkür edecek olursak bu kainattaki herşeyin sahip oldukları biçimsel özelliklerinin nedensiz olup olmadığını sorgulayabiliriz. Çoğunlukla varlıkların biçimleri bir hikmete binaen yaratılmış olduklarını çağrıştırır. Örneğin yıldızlar ve gezegenler çoğunlukla küreseldir. Bu onların uzayda dönerek hareket etmeleri için özel bir dizayn olarak düşünülebilir. Parmaklarımız elimizi kolayca kullanabilmemiz için özel olarak tasarlanmış biçimlerden oluşur.

Bazı nesnelerin biçimlerini ise hikmetini bilemediğimiz için nedensiz olarak düşünebiliriz. Ancak bizim bilmememiz hikmeti olmadığı veya nedensiz olduğu anlamına gelmez. Örneğin bazı biberler sivri bir biçime sahipken, bazıları dolma biber gibi farklı biçimlere sahiptir. Eğer dolma biberin dolma yapmak için özel olarak tasarlanmış olduğunu ya da başka bir hikmete binaen bu biçimi almış olabileceğini düşünmezsek, o zaman bunu nedensiz olarak kabul etmek zorunda kalırız. Bu da insanın sınırlı aklı ve düşüncesi ile kainattaki varlıkların sınırsız biçim ve hikmetlerini tanımlamaya kalkmasından kaynaklanan acizliğinden kaynaklanan bir kaçış olmaktan öteye gitmeyecektir.

Ziya Paşa’nın dediği gibi “İdraki meali bu küçük akla gerekmez, zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”