TR EN

Dil Seçin

Ara

Osmanlı Zamanının Mutlu Hayvanları

Osmanlı Zamanının Mutlu Hayvanları

İslam’ın emir ve teşvikleri, tüm canlılara sevgi ve şefkat kaynağı olmuş, Osmanlı devlet ve toplumuna tarihte eşi görülmemiş müesseseler inşa ettirmişti...

Osmanlı insanı hayvanlarla iç içe ve barışıktı; insanımıza ve insanlığa emsaldi.

Osmanlı’da devlet ve toplum, sokak hayvanlarını sevgi ve şefkatle kuşatırdı. Kedilere, köpeklere, kuşlara ve diğer hayvanlara bakmak ve beslemek, cümle Osmanlı insanı için büyük bir haz ve hayır kaynağıydı. Bilhassa soğuk kış mevsimlerinde buna ayrı bir önem verilir, hassasiyet gösterilirdi. Kışın çetin ve sert geçtiği aylarda sadece yerleşim yerlerindeki sahipsiz hayvanlar değil, yerleşim yerleri dışındaki yabani hayvanlar da düşünülür, onların ihtiyaçları da giderilmeye çalışılırdı.

Osmanlı’daki hayvan sevgisinin ve hayvan haklarının gözetilmesine ilişkin anlayış, düzenlemeler ve hayır müesseseleri kurulmasının temelinde yatan en köklü kaynak hiç şüphesiz İslam Dini idi; dinimizin vaz ettiği hayvanlara iyi muameleyi emreden, eziyetin her türlüsünü yasaklayan (En’am Suresi 38. Ayet gibi) hükümlerdi.

İslam’ın emir ve teşvikleri, tüm canlılara sevgi ve şefkat kaynağı olmuş, Osmanlı devlet ve toplumuna tarihte eşi görülmemiş müesseseler inşa ettirmişti.

1600-1700’lü yıllarda Saray-ı Cedid-i Amireye (Topkapı Sarayı) Bab-ı Hümayun’dan içeri girilince oradan oraya koşuşan karacalar, tavşanlar ve tavus kuşları ile karşılaşmak gayet normaldi.

 

Sokak Hayvanlarını Koruyucu Vakıflar

Osmanlı’da ecdat, köpeklere, kedilere ve diğer sokak hayvanlarına bakmak için pek çok vakıf kurmuş ve Mancacı ismi verilen insanlar görevlendirmişti. Birçok Osmanlı şehrinde kar yağdığında ve soğuklar bastırdığında şehirlere ve kasabalara inen aç kurtların ve kuşların beslenmesi için belirli yerlere düzenli şekilde et, ciğer, sakatat, darı, buğday ve ot koyan vakıflar tesis edilmişti.

Osmanlı’da sokak hayvanlarına bakan Mancacı denilen görevli

İstanbul’da köpekleri besleyen bir Osmanlı insanı, 1880

İnsanlar ölmeden önce vasiyet eder, haftanın belirli günlerinde köpek ve kedilere yiyecek verilmesi için fırıncılar, kasaplar, mancacılar ve uşaklara vekâleten para bırakırlar veya miraslarından hisse ayırırlardı. Mesela Koca Mustafa Paşa, İstanbul’da Şeyh Evhaddeddin Tekkesi’ne, kediler için günde iki sırık ciğer vakfetmişti.

Aş evlerinde, fakir insanların yanı sıra kedi ve köpek gibi hayvanlar da doyurulurdu. Bu hayvanlar için yapılmış özel barınaklar bulunurdu. Ayrıca bütün mahallelere köpekler, kediler ve kuşlar için sokak başlarına taştan su yalakları yapılmış ve belirli vakitlerde su kapları bırakılmıştı.

Bağdat’tan getirilen bir aslanın, Osman Gazi’nin ayaklarını yalamasını tasvir eden minyatür

 

Hayvan Haklarına Yönelik İlk Düzenlemeler

Osmanlı’da hayvan haklarına yönelik hukuki düzenlemelerin temeli Sultan II. Beyazıt zamanına dayanır. Mevlana Yaraluca Muhyiddin tarafından 1502-1507 tarihleri arasında hazırlanan kanunnamelerde hayvanların korunmasına ilişkin hükümlere yer verilmiştir. Kanunnamenin 58. Maddesi şu şekildeydi: “Ayağı yaramaz beygiri işletmeyeler. At, eşek ve katır ayağını gözeteler ve semerin göreler. Ağır yük vurmayalar. Çünkü dilsiz canlıdırlar. Hamallar ağır yük vurmayalar, makul olalar.”

İstanbul Kadı Sicilleri Üsküdar Mahkemesi, 2 Nolu Sicil’de yer alan 1521’de sahipsiz bir atın bakıma alınarak 62 akçe nafaka tayin edilmesine ilişkin kayıt. (85a-9, Safer 927, Ocak-Şubat 1521)

Alman seyyah Hans Dernschwam’ın 1542’de Kanuni döneminde İstanbul’da şahit olduğu hadise bu noktada çarpıcı bir misaldir:

“Sadaret Kaymakamı Koca Mehmed Paşa, lokantanın önünden geçerken odun yüklü bir atın beklediğini görür. Atın sahibinin, aynı lokantada karnını doyurmakla meşgul olduğunu öğrenir. Paşa, vaziyete oldukça sinirlenir. Odunları atın sırtından indirmekle kalmayıp sahibini de cezalandırır, odunları onun üzerine yükletir. At için aldırdığı bir akçelik kuru otu, at yiyene kadar yükü sırtında bekletir.”

Sultan III. Mehmed bu minyatürde, akvaryumdaki balıkları beslerken resmedilmiş

II. (Genç) Osman’ın, çok sevdiği atı Sislikır’ın ölümü sonrası onu Üsküdar Kavak Sarayına defnettirip mezarı başına diktirdiği mezar kitabesi

 

Dünya’da En Kapsamlı Düzenlemeyi İlk Defa III. Murad Yaptı!

Yükselme döneminde çıkarılan ilk kanunlar ve tatbikatların ardından en kapsamlı düzenleme Sultan III. Murad zamanında 1587’de yapılmıştır. Padişahın 19 Mart 1587’de İstanbul Kadısı’na gönderdiği fermanda, hamalların at, katır ve beygirlere tahammüllerinin üzerinde yük taşıtmaları yasaklanmıştır. Hayvanların bakım ve beslenmesine ilişkin fermandaki ikaz ve hükümlere uymayanların cezalandırılacağı bildirilmiştir.

Bu ferman, “dünyada hayvan haklarına ilişkin ilk kapsamlı düzenleme” olma özelliğine sahiptir. (Fermanın tam Latince metni için Ağustos 2018 sayısına bakabilirsiniz.)

Sultan III. Murad’ın 1587’de neşrettiği ferman

 

Kanadı Kırık Leyleklere Bakan Vakıflar

Kediler ve köpeklerin yanında leyleklerin bakım ve tedavisi için de özel vakıflar, bakımevleri ve hastaneler oluşturulmuştu. Osmanlı toplumu, leyleklere Mekke, Medine ve diğer kutsal yerlerden geldiklerini hatırlatan “hacı baba, hacı leylek” gibi isimler de vermişti. Leyleklerin geçiş yolu üzerindeki vilayetlere, bu hayvanların ihtiyaçları için çeşitli vakıflar yapmıştı. Bunların dönüşleri sırasında hastalanıp sürüye katılamamış olanların bakımları için vakıflar ve hastaneler kurmuştu.

Mesela İstanbul Eyüp Sultan Camii bahçesinde sürüsüne katılamayan sakat leyleklere bakan vakıf, asırlarca hizmet vermişti. İzmir Ödemiş’te ise Mürselli İbrahim Ağa, Yeni Cami etrafında bulunan veya hastalanarak göç edemeyen leyleklerin bakımı ve beslenmesi için kurduğu vakfın gelirinin bir bölümünü, yıl boyunca ciğer ve işkembe alınmak üzere ayırmıştı.

İstanbul’daki bir vakıf tarafından bakımı yapılan hasta ve sakat leylekler

 

Dünyanın İlk ve Tek Leylek Hastanesi Osmanlı’daydı!

Ahmet Hâşim’in, “Gurebâhâne-i Laklakan” (Kimsesiz Leylekler Bakımevi) kitabında bahsettiği, Bursa’daki Haffaflar (Ayakkabıcılar) Çarşısı esnafının sergilediği hayırseverlik de örnek bir hadisedir:

“Bursa’da, Haffaflar Çarşısı’nın ortasında bir meydan var. Bu meydan, malûl (sakat) bazı hayvanların darülacezesidir (düşkünler yurdudur). Kanadı veya bacağı kırık leylekler, bunamış kargalar, kör veya sağır baykuşlar burada halkın sadakasıyla geçindirilirler. Haffaf esnafın, aylıkla tuttuğu belki yüz yaşında, baktığı sakat leylekler kadar aciz bir ihtiyar, toplanan sadaka parasıyla her gün işkembeler alır, temizler, parçalar ve insan merhametine sığınan bu zavallı kuşlara dağıtır.”

19. yüzyılda Bursa’da hizmete açılan, dünyanın ilk ve tek leylek hastanesi olan Gurebâhâne-i Laklakan, Ocak 2010’da aslına uygun şekilde yenilenerek tekrar hizmete açılmıştır.

Dünyada ilk Leylek Hastanesi olarak kabul edilen Bursa’daki Gurebâhâne-i Laklakan

2010’da yenilenen Gurebâhâne-i Laklakan’ın bugünkü hali

 

Osmanlıların Kuş Sevgisi

Hayvanlar için hastaneler, bakım ve barınma yerleri, sebillere suluklar inşa eden ecdadın, vakıflar kurarak hususi alaka gösterdiği hayvanlardan biri de kuşlardı. Kuşların kolayca su bulmaları ve içmeleri için mezar taşlarına kuş havuzları koydururlardı. Mimar Sinan, kendi köyü Ağırnas’ta yaptığı vakfın vakfiyesinde, hayvanların su içmesi ve dinlenmesi için çeşmenin etrafındaki 260 arşın boyunda 160 arşın enindeki araziyi vakfettiğini belirtmişti.

Osmanlı minyatürlerinde kuşlar, leylekler ve diğer hayvanat yaygın şekilde resmedilirdi

Sultan II. Beyazıt, kendi adıyla anılan Beyazıt Camii’nin inşası esnasında (1501-1505) tesis edilen Beyazıt vakfiyesinde, kuşlar için her yıl harcanmak üzere 30 altın lira yem parası tahsis olunmasını emretmişti. Buna göre kuşlar için pirinç ve darı, köpekler içinse ekmek tahsis olunmuş; bir kişi de yem vermek, hastalıkları tedavi etmek, kırık çıkıkları bağlamak üzere görevlendirilmişti. Sultan Ahmed Camii’nin imaretinde de kuşlar için yerler yapılmıştı. İmaret vakfiyesinde, artmış yemeklerin kuşlar için yapılmış yerlere dökülmesi yazılmıştı.

 

Kuş Azat Etme Yaygın Adetti

Osmanlı’da kuşlara duyulan merhametin günlük hayattaki güzel bir yansıması da, kuş satın alıp azat etme âdetiydi. Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinde naklettiğine göre Kibar Bey ve hanımı tatil günlerinde İstanbul’da kurulan büyük kuş pazarlarına gidiyor ve parayla satın aldıkları rengârenk kuşları büyük bir zevkle salıveriyorlardı.

Osmanlı’da pazardan kuş satın alıp azat etmek yaygın bir adetti

Fransız seyyah Jean de Thévenot, 1656’da İstanbul’u gezerken rastladığı bu adetle ilgili hayranlık ve şaşkınlığını şöyle satırlara dökmüştü: “Osmanlıların şefkatleri hayvanlar ile kuşları kuşattığı için, pazar kurulan günlerde birçok kimseler gidip kuş satın aldıktan sonra derhal azat ederler ve bu kuşların ruhlarının Rûz-i Mahşer’de, Huzur-u İlahîye gelip kendilerinden iyilik görmüş olduklarına şehadet edeceklerine inanırlar.”

III. Ahmed döneminde İstanbul’a gelen İngiltere Büyükelçisinin eşi Lady Montague’nin 1717-1718 yıllarına ait hatıralarında geçen gözlemleri de oldukça ilginçtir: “Burada masumiyetlerinden dolayı güvercinlere dindarca bir hürmet besliyorlar. Leyleklere de aynı saygı gösteriliyor. Çünkü bunların her kış Mekke’yi ziyarete gittiklerine inanıyorlar. Velhasıl bunlar Osmanlı Devleti’nin en bahtiyar tebaası. Evlerine yuva yapılan halk, kendini şanslı sayıyor.”

Osmanlı Kuş Saraylarının zarif ve görkemli örneklerinden birkaçı

 

Taşa İşlenmiş Sevgi: Kuş Evleri

Osmanlı’nın kuşlara yönelik şefkat ve merhametini sembolize eden kökleşmiş görkemli bir uygulaması da ‘Âşiyân’ yani ‘Kuş Evleri’ idi. Abideler, camiler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, medreseler, şifahaneler, kütüphaneler, türbeler, saraylar, bedestenler, darphaneler, imaretler, köprüler, çeşmeler, mektepler, maksimler ve meskenler gibi yapıların dış cephelerine adeta dantel gibi işlenen bu zarif küçük kuş köşkleri, estetik bakımdan göz kamaştırıcıydı.

Kuş Evleri, mimari özellikleri bakımından ince bir işçiliğin, mahir bir sanatın ve etkileyici bir göz zevkinin mahsulüydü. Yapıların, sert ve soğuk rüzgârlara maruz kalmayan bol güneş alan (daha ziyade güney) cephelerine ve insanların, kedi ve köpeklerin erişemeyeceği yüksek yerlerine yerleştirilmişti. Köşk, mescit ve cami siluetinde karşımıza çıkan Kuş Evleri, kuşların içerisinde rahatça dolaşabileceği, inip-çıkabileceği yollar, gözler, bölmeler ve basamaklar estetik bir bütünlük içerisinde sunulmuştu.

Kuş Evlerinin en büyüleyici numunesi Üsküdar’daki Ayazma Camii’ne nakşedilmiş. Hala kuşlara konak olmaya devam ediyor

Geçmişi 13-14. yüzyıla kadar giden Kuş Evleri’nin, 15. yüzyılda Osmanlı mimarisinin gelişimine paralel olarak sayıları artmıştır. İlk numuneleri Bursa’da görülmüş; en parlak devrini ise 18. yüzyılda İstanbul’da yaşamıştır. En büyüleyici Kuş Evleri, Osmanlı’ya asırlarca taht ve medeniyet merkezliği yapan bu şehre nakşedilmiştir. İstanbul’da en çok görüldüğü ilçe ise Üsküdar’dır. En güzel misallerini buradaki camilerde, bilhassa üç cephesine birbirinden güzel Kuş Evleri tezyin edilen Ayazma Camii’ndedir. Gülnuş (Yeni) Vâlide Sultan Camii’nin güneybatı ve kuzeydoğu köşesindeki Kuş Evleri de, kubbeler diyarı olan Üsküdar’ı süsleyen remizlerdendir. Anadolu’nun farklı şehirlerinde ve değişik yapılar üzerine yaygın olarak yapılmışlardır.

 

Kaynaklar:

1. İsmet Sungurbey, Hayvan Hakları, İstanbul, 1993.

2. Sipahi Çataltepe, Türk-İslam Medeniyetinde Vakıflar, İstanbul, 1991.

3. İsmail Hami Danişmend, Garb Menbalarına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlâkı, İstanbul, 1982.

4. Ahmed Refik Altınay, Onuncu Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı, Hazırlayan: Abdullah Uysal, İstanbul, 1988.

5. Jean de Thévenot, 1655-1656’da Türkiye, Çeviren: Nuran Yıldız, İstanbul, 1978.

6. Hans Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, Çeviren: Yaşar Önen, İstanbul, 1992.

7. Ahmet Akgündüz, Osmanlı Devleti’nde Belediye Teşkilâtı ve Belediye Kanunları, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2005.

8. Menteş Gürler, Şule Osmanağaoğlu, “Türkiye’de Hayvanları Koruma Kanunu’nun Tarihsel Gelişimi”, Kafkas Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Dergisi, 2009/15, 325–330.

9. Şükrü Karataş, “Osmanlıda Tüketici ve Hayvan Hakları Tüzüğü”, İstanbul Aydın Üniversitesi Dergisi, 2014/13, 47-52.

10. Nurdan Kırımlıoğlu, “XVI. Yüzyılda Osmanlı Mahkeme Kayıtlarında Atların Korunması”, Lokman Hekim Dergisi, 2017/7(2), 95-109.

11. Ahmet Hâşim, Gurebâhâne-i Laklakan, İstanbul, 1920/2007.

12. Lady Montagu, Türkiye Mektupları (1717-1718), Çeviren: A. Kurutluoğlu, İstanbul (tarihsiz), Tercüman 1001 Temel Eser.

13. Malik Aksel, “Eski İstanbul’da Kuş Evleri ve Kuşlar”, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, C.XI, Sayı: 225, Nisan 1968.

14. Yılmaz Önge, “Mimar Gözüyle Kuş evleri”, Kültür ve Sanat Dergisi, Sayı: 5 (1977).

15. H. Örcün Barışta, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi İstanbul’undan Kuş evleri, Ankara, 2000.