TR EN

Dil Seçin

Ara

İki Sonsuzun Kavşağı: Ahiret / Sonsuz Menziller / Dünyadan Sonra Gidilecek Ebedi Âlem

İki Sonsuzun Kavşağı: Ahiret / Sonsuz Menziller / Dünyadan Sonra Gidilecek Ebedi Âlem

Zaman nehrinin sürükleyip götürdüğü bu âciz insan, dünyadan sonra bir başka âleme gitmeyeceğini nasıl iddia edebilir!? Ahirete inanmadıklarını söyleyenler, öldükten sonra dirilmeye akıl erdiremeyenlerdir. Onların inanmadıkları, daha doğrusu akıl erdiremedikleri, aslında ba’s yani diriliş hadisesidir.

Âhiret; dünyadan sonraki menzil. Ölüm, kabir, mahşer ve mizan safhalarından sonra kendimizi iki sonsuzun kavşağında bulacağız: Ebedî Cennet ve Cehennem...

 

SONSUZ MENZİLLER

Zaman nehrinin sürükleyip götürdüğü bu âciz insan, dünyadan sonra bir başka âleme gitmeyeceğini nasıl iddia edebilir!?

Ahirete inanmadıklarını söyleyenler, öldükten sonra dirilmeye akıl erdiremeyenlerdir. Onların inanmadıkları, daha doğrusu akıl erdiremedikleri, aslında ba’s yani diriliş hadisesidir.

“Şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı ne kadar makûl ve lâzım ve kat’i ise haşrin sabahı da, berzahın baharı da o katiyettedir.” (Bediüzzaman, Sözler)

Önemli olan, oraya varmadan orasını kabullenmek; ilk ağartılarda Güneşi seyredebilmek. Güneş doğduktan sonra, artık onu kabullenmenin bir değeri mi kalır?

 

FANİ İNSANIN SONSUZLUK DUYGUSU

O güneşin bir nuru da kendi ruh dünyamızda!.. Ebed arzusu.

Büyük Üstad bu arzunun âhiretin varlığına ayrı bir delil olduğunu şu harika vecizeyle ifade eder:

“Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”

Rabbimiz, bizim şu âlemi seyretmemizi istemeseydi, ana rahminde bize göz takar mıydı?

Bu güzelim sesleri işittirmek dilemeseydi bize kulak verir miydi?

İşte, âhiretin varlığına en büyük bir delil insan ruhuna konulan bu “ebedî yaşama” arzusu.

İnsan imanda terakki ettikçe, Rabbine kavuşmaya daha fazla iştiyak gösterir. Ahirete bol sermaye gönderdikçe, oraya kavuşmayı daha çok istemeye başlar.

İstikbalini düşünen ve ileride kavuşacağı mevkileri dikkate alan çalışkan bir öğrencinin, artık okulun bahçesine, sınıfına, kantinine, sırasına rağbet etmemesi gibi, onun kalbinde de dünya sevgisi gitgide azalır.

 

ASILLAR ÂLEMİ

“Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, menbalarını göster.” (Bediüzzaman, Sözler)

Dünya ancak sûretler ve gölgeler âlemi. İnsanın fotoğrafı kendisinden ne kadar geri ise, Cennetteki hâli de bu dünyadakinden o kadar ileri.

Ağacı söz dinleyen Cennetin, insanı lâf anlamayan bu dünyadan ne kadar ileri olduğu az çok hissediliyor.

Kaldı ki, akıl da “bunun böyle olması lâzım” diyor.

Tebessümlerin riyaya büründüğü, yemenin doyma ile sınırlandığı, elemlerle sevinçlerin gece ile gündüz gibi birbirini durmadan kovaladığı bu sûretler âlemine aldanmayanlar, asıllar âlemine kavuşacaklar. Ve gerçek saadeti orada bulacaklar.

Cehennem de asıllar âleminden bir başka köşe. Elemin, ızdırabın, pişmanlığın, hüznün, ahın ve eyvahın da aslı orada. Buradakiler onlara göre gölge ve resim kabilinden. Onlardan o kadar zayıf, o kadar geri...

Elbette böyle bir azaba ebediyyen duçar olacak bir insan da bu dünyadakinden farklı bir yaratılışa sahip olmalı.

 

AHİRETİN KANUNLARI DA FARKLI

Yavaş yavaş olan hızlı da olur. Safha safha meydana gelen bir anda da vücut bulabilir. Kanunu koyan kaldırabilir veya değiştirebilir.

Hayalimiz dünyanın öte ucuna bir anda gidiyor, ayaklarımız ise seyrini adım adım sürdürüyor. Ahirette ayaklarımıza hayal kanunu uygulansa buna kim mani olabilir? Nitekim öyle de olacak.