TR EN

Dil Seçin

Ara

Duygularımızı Nasıl Kullanmalıyız? / Her İnsan Ayrı Bir Cemaat Gibi

Duygularımızı Nasıl Kullanmalıyız? / Her İnsan Ayrı Bir Cemaat Gibi

İnsan tek başına, farklı sahalarda ticaret yapan büyük bir holding gibidir. Kalbinin, aklının, hafızasının, hayalinin, görme ve işitme duygularının, sevgi ve korku hislerinin, şefkat ve merhametinin, himmet ve gayretinin her birisi müstakil bir ticaret ünitesidir. Her birinin kârı diğerinden farklıdır. Bütün bu kazançlar ruha ulaşarak onu zenginleştirir ve ulvîleştirir.

Mesnevî-i Nuriye’den çok önemli bir hikmet dersi:

“İnsanın bir ferdinde bir cemaat-i mükellefîn bulunur.” 

İnsan tek başına, farklı sahalarda ticaret yapan büyük bir holding gibidir. Kalbinin, aklının, hafızasının, hayalinin, görme ve işitme duygularının, sevgi ve korku hislerinin, şefkat ve merhametinin, himmet ve gayretinin her birisi müstakil bir ticaret ünitesidir. Her birinin kârı diğerinden farklıdır. Bütün bu kazançlar ruha ulaşarak onu zenginleştirir ve ulvîleştirir.

İnsanın her organı gibi, her duygusu ve her hissi de yaratılış gayesinde kullanıldığında ibadetini yapmış olur ve insanı manen terakki ettirir. Aksi halde, ya isyanda kullanılmakla bir azap vesilesi olacak, yahut boşuna harcanmakla zayi olup gidecektir.

Kâmil insan, bütün bu maddî ve manevî sermayesini yerinde kullanan, her birinden ayrı bir feyz, ayrı bir fayda ve sevap edinen kimsedir.

Kalb, iman mahallidir. Bir insanın imanı ve marifeti ne kadar inkişaf ederse, o insan o kadar büyür, terakki eder.

Akıl, faydalı ilimlerde kullanıldığı taktirde sahibini yükseltir, terakki ettirir.

Sevgi hissi, Allah sevgisiyle ve mahlukatı Allah’ın eserleri ve isimlerinin aynaları olarak sevmekle terakki eder ve sahibini yücelere çıkarır.

Korku hissi sayesinde, insan takva yolunu tutar, haramlardan ve günahlardan şiddetle kaçındığı gibi şüpheli şeylerden de uzak durur. Bu ise o insan için ayrı bir terakki vesilesidir.

Bu temel latifeler yanında, insan ruhuna takılan şefkat, merak, endişe, sevinç, üzüntü gibi binlerce özelliğin her biri yerinde kullanıldıklarında o kişiye büyük manevi kazançlar temin ederler. Aksi halde her biri insanın manen çöküşünün ayrı bir vesilesi olurlar.

Sayılamayacak kadar çok olan bu hislerden örnek olarak sadece “endişe duygusu” üzerinde kısaca duralım:

Yatmadan önce kapımızı kilitliyorsak, evdeki kıymetli eşyalarımızın çalınmasından korktuğumuz içindir. Ancak böyle bir endişenin ahiret boyutu yoktur. Yani kapımızı kilitlediğimiz için bir sevap kazanmayız, sadece malımızı korumuş oluruz. Ama bu hissi verimli kullanmakla manevi âlemimize çok şeyler katabilir ve ahiretimiz hesabına büyük kârlar elde edebiliriz.

Endişe hissini verimli kullanan bahtiyar insanlardan sadece birkaç örnek:

Son nefesinde bu dünya hayatından imanla göçüp göçemeyeceğinden endişe eden, bunun için Rabbine yalvaran mümin...

Çocuklarının ruh dünyalarının bâtıl inançlarla, yanlış düşüncelerle, kötü ahlak ile bozulacağından endişe eden ve gerekli tedbirleri almak için çabalayan bir baba...

Dış ve iç düşmanların hücumlarına maruz kalan ülkesinin istikbalinden endişe eden, bu İslam diyarının küfür ehline mekân olmaması için Allah’a sığınan ve gözyaşı döken hamiyetli bir mümin...

Örnekleri artırabiliriz.

Beden ruhun hizmetçisidir; şu gördüğümüz maddî âlem de bedenin hizmetine verilmiştir. Ruh, ne beslenmek için maddî gıdalara muhtaçtır, ne de görmek için göze ihtiyaç duyar. O, şu görünen madde âleminin ötesinde bir mahlûktur.

İnsan, İlâhî bir sanat mucizesi olan gözünü ibretle tefekkür ettiği gibi, güneşi de hayretle tefekkür eder. Keza göz nimetine karşı Rabbine şükrettiği gibi, güneş nimeti için de şükreder. Bu tefekkür ve bu şükür ruhun hem gıdası, hem de aslî görevidir.

Ruh imanla nurlanır, salih amelle terakki eder, tefekkürle yükselir, şükürle kemâle erer.

Bediüzzaman hazretleri telif ettiği Nur Külliyatı’yla herkesin maddeye dalıp ruhunu unuttuğu, geçim kavgasının fazilet mücadelesini geri bıraktığı bu gaflet ve menfaat asrında, bütün insanları aslî görevlerine çağırıyor. Onlara ahsen-i takvimde yaratıldıklarını hatırlatıyor. Her biri “elmas kıymetinde” olan lâtifelerini, duygularını, hislerini dünyanın “cam parçaları” hükmünde olan geçici zevkleri uğrunda zayi etmemelerini harika bir şekilde ders veriyor.

“Dünya âhiretin tarlasıdır.” Bu hadis-i şerifin verdiği çok önemli dersi dikkate alan insanlar, tarlanın zevk ve safa yeri olmayıp çalışma yeri olduğunun idraki içinde, ruhlarına takılan o değerli latifeleriyle bu fâni dünyada ebedî âlem namına bir şeyler yapmaya öncelik verirler.

Doğru yoldan sapmakla hakikatten uzaklaşan ehl-i dalâlet ise dünyayı ebedî zannederler ve âhireti hiç düşünmezler. Bütün duygu ve latifelerini nefislerinin emrine verir, süflî zevklerle oyalanır, ulvî lezzetlerden mahrum kalırlar.