TR EN

Dil Seçin

Ara

Tarla Kimin İse...

Tarla Kimin İse...

Evet elementler âlemi de bir tarladır… Yeryüzündeki bütün bitkiler ve hayvanlar o tarlanın mahsulleri... Tarlalar ise sayılamayacak kadar çok.. Bu hakikati bir başka hakikatle birlikte düşünelim: “Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.”

Daha önce tarla görmüşsünüzdür. Tarla rızkımızın pişirildiği, pek çeşitli mahsuller aldığımız yerlerdir. Tarla denilince bir toprak parçası, mahsul ve bir sonuç için tarlayı eken birisi de akla gelir. Ancak bütün tarlalar toprak değildir. Şimdi size, muhtemelen daha önce bu gözle bakmadığınız çok farklı tarla ve mahsullerden bahsedeceğiz.

“Tarla kimin ise mahsulat da onundur.” (Bediüzzaman, Sözler)

Evet elementler âlemi de bir tarladır… Yeryüzündeki bütün bitkiler ve hayvanlar o tarlanın mahsulleri... Tarlalar ise sayılamayacak kadar çok..

Kendimizden başlayalım. Başımız bir tarlaya benziyor; üzerinde saçlar bitiyor. Ne o tarla bizim kendi mülkümüz, ne de onda boy gösteren saçlarımız... Yüzümüz ayrı bir tarla gibi onda da sakalımız çıkıyor... İkisi de Hakk’ın mahluku ve mahsulü…

Gözümüz bir başka tarla... Sanki içine ışıklar ekiliyor ve ondan göz nuru yaratılıyor ve çevremizi görüyoruz... Işık kimin ihsanı ise, göz de onun mahluku, görme mucizesi de onun eseri ve mahsulü…

Kulağımız bambaşka bir tarla.... Kelimeler kulak zarında titreşime dönüşüyorlar... Yani ses tohumlarından titreşim meyveleri bitiyor... Daha sonra herbiri diğerinden harika icraatlarla seste gizli olan mana beynin işitme merkezinde yine kelimelere dökülüyor... O manayı ifade ettiğimizde, kulağımızdan giren ses ağzımızdan cümle olarak çıkıyor; tarlanın mahsulleri gibi... Hava kimin ise kulak tarlası da Onun. Beyin kimin tarlası ise ağızdan dökülen kelime mahsullerini de O yaratıyor...

İnsanın sadece başında bu kadar farklı mahsuller alınırken, ötede bir ağacın başında yapraklar ve meyveler boy gösteriyorlar. O ağaç da bir tarla gibi… Meyveler onun mahsulleri... Ağaç kimin ise meyveler de onundur.

Ağacın dikildiği bahçeye bakıyoruz... Yüzlerce ağaç aynı topraktan besleniyorlar... O bahçe de bir tarla, her bir ağaç o tarlanın bir mahsulü... Bahçe kimin ise ağaçlar da onundur...

Karadaki böyle sayılamayacak kadar çok örneği hayal âlemimizde canlandırarak, denizlere varıyoruz. Bu defa karşımıza şu gerçek çıkıyor:

“Deniz kimin ise içindekiler de onundur.” (Sözler)

Deniz büyük akvaryum... Onda yüzen balıkları akvaryumun yaptığını kim iddia edebilir!?.

Nur Külliyatı’nda esir maddesi de bir tarlaya benzetilir. Yıldızlar o tarlanın mahsulleri, yahut o bahçenin çiçekleri gibi.

Tarla ve deniz... İkisi de Allah’ın mülkü... Elbette, o mülklerden çıkan her şey de yine Onun mülküdür...

Birinin üstünde çok şeyler bitiyor, diğerinin ise içinde...

Yine kendimize dönelim... Biz ne başımızda uzayan saçlara malik (sahip) olabiliriz, ne de kanımızda yüzen kürelere.

Biz içimize ve dışımıza hakiki manada malik ve sahip olamazken, bir ağacın, bir dağın, bir denizin kendi içine ve dışına sahip ve malik olmalarını nasıl düşünebiliriz!?.

Bediüzzaman Hazretleri Mesnevî-i Nuriye adlı eserinde “Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim.” buyurarak bu kelamlardan birincisini şöyle ifade eder:

“Ben kendime mâlik değilim. Ancak mâlikim kâinatın mâlikidir.”

Bir başka dersinde de, “İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi” buyurarak, “Ağaç kimin ise meyveler de onundur” hakikatince insanın kendine malik olamayacağını çok güzel nazara verir.

Bu hakikati bir başka hakikatle birlikte düşünelim: “Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.”

Biz kendimize malik olmadığımıza göre bizdeki her şey de birer İlâhî emanettirler. Onları ancak mülk sahibinin rızası istikametinde kullanabiliriz.

“Göz benim değil mi, istediğim şeye bakarım…” diyemeyiz. Zira göz bizim mülkümüz değildir. “Akıl benim değil mi, o tezgâhta dilediğim fikri üretirim.” diyemeyiz. Zira akıl da bizim mülkümüz değildir...

Bütün maddî ve manevî cihazlarımız da böyledir. Hepsi emanettir ve hepsini ancak rıza istikametinde kullandığımızda onlardan cennet meyveleri çıkacaktır.

Nefsimize uyarak bu kıymetli sermayeyi küfür, dalâlet ve sefahet sahasında zayi ettiğimizde, onu boşuna harcanmış olmakla kalmayacak, bu defa o tarladan cehennem azapları devşirmiş olacağız.