TR EN

Dil Seçin

Ara

Sulcus Tendinis Musculus Flexoris Hallucis Longi / Tıbbın Ötesi

Sulcus Tendinis Musculus Flexoris Hallucis Longi / Tıbbın Ötesi

Tıp Fakültesi’nin en korkunç dersi anatominin en korkunç yeri bu başlığın altındadır. Anatominin en uzun terimi diye bilinir. Sırf bu popülerliğinden dolayı, tıp öğrencileri en iyi kemiklerin adını unutur, hatta karıştırlar ama ayak tabanına ustalıkla dizilmiş yuvarlak kemiklerden birinin üzerinden geçen bu ince oluğu belki de ömür boyu unutmazlar. Unutamazlar. Biraz da canlarını yakmıştır çünkü. Anatomi dersini geçmiş öğrenciler, alt sınıftaki çömezlerini, bu uzun tabiri bir çırpıda tekrar ederek korkuturlar: “sulcus tendinis musculus flexoris hallucis longi…” Çömez öğrenci şaşkın şaşkın bakarken, anatominin kemikli havasından sıyrılmış kıdemli öğrenci havalı bir “yaaa…” ünlemesiyle arkasını dönüp gider. En azından bu makaleyi yazarken, ben de sık sık tekrar ettim bu zor kelimeyi… (Yok aslında, o kadar da ezber değildir bu tabir; her kelimesinin bir anlamı vardır ve mantığını çözdüğümüzde zihnimize kolayca oturur. Bu işi de erbabına bırakalım!)

Ha ben şimdi bu tuhaf konuyu niye mi yazıyorum? Şundan. Tekrar tekrar okurken, ezberimi yenilerken, bir müzik sesi duydum gibi geldi. (Dilediğimde, bu ifadeyi, Socrates’in mahkeme savunması gibi bile okuyabilirim. O kadar yani!) Sanki gizli bir şiir saklı burada…

Bu uzun ve garip tabirin anlattığı gerçeğin kendisi şiirsel ve müzikal… Evvelemirde, ayakaltında gezer bu incelik. Her gün basıp geçtiğimiz yerde öylece durur. Sesi çıkmaz. Bağırmaz. Ha var ha yok fark etmez gibidir. Hani şöyle deseler acır mıyız birine? “Zavallı adam, sulcus tendinis musculus flexoris hallucis longi’sini kaybetmiş!” Öyle bir şey olsaydı, varlığını fark etmediğimiz bu ince oluk, eksik olsaydı, âh neler olurdu neler? Daha doğrusu, neler olamazdı neler?

Ayaklarımızın altında sessizce yatıveren bu ince oluk, ayak başparmaklarımızı büken çok güçlü kasın kirişini ağırlar. İki ayakta da vardır ve tabii ki mükemmel bir simetrik eda ile yerleştirilmişlerdir. Ayak topuğunu oluşturan ana kemiğin yüzeyindedir. Yürürken, otururken, özellikle tırmanırken, ayak parmakları üzerinde yükselirken, oturup kalkarken, sürekli hareket eden o büyük kasın ince kirişi bu oluktan gidip gelir. Düşünün bir kere, adını bilmediğimiz, tıp öğrencisi olsak bile, adını ezberlemekten korktuğumuz, belki bıktığımız, çabucak unuttuğumuz ince oluk, bir ömür, 60-70 sene sessizce iş görüyor, hiç aşınmıyor. Farkına varmasak da, her adımımızda bize eşlik ediyor, futbol ve akrobasi gibi sınırları zorlayan sportif faaliyetlerde bile görevini eksiksiz yerine getiriyor.

Şiir dediğimiz biz yokken, bizden habersiz bir araya getirilmiş kelime akışıdır. Öylesine güzel, öylesine pürüzsüz akar ki kelimeler şiirde, hayran bırakır bizi. “Tam da benim söylemek istediğimi söylemiş şair!” deriz; gıpta ederiz. “Niye daha önce aklıma gelmedi ki!” diye hayıflanırız da. O kelimeleri biz de biliyoruzdur ama şairin ağzında başka bir şeye dönüşmüşlerdir. Dahası da vardır; anlattığı her ne ise tam da içimizde bir yerde karşılığı vardır. İsimsiz bir beklentimizin, saklı bir hasretimizin, üzeri küllenmiş bir hicranımızın sesi olur. İçimizde saklı tellere dokunan bir mızrap gibi gelir bize. Susturduğumuz iç sesimizi dudağımıza taşır.

Ben diyeyim “sulcus tendinis musculus flexoris hallucis longi” siz deyin ayak başparmaklarımızın her adımda bir sonraki adıma bizi hazırlayışı, patika yolda sarsıntısız yürüyüşümüz, çocuğumuzun çok uzaktan kollarını aça aça bize koşuşunda canının hiç yanmayışı, aksine koştukça koşasının gelmesi, uçmak ister gibi kollarını açışına ayak başparmaklarının da eşsiz bir uyumla karşılık vermesi. İçimizde bir yerde, böyle tatlı bir boşluktur sulcus tendinis musculus flexoris hallucis longi. Bir oluk… Biz kendimizi bilmezken hazırlanmış, bizim için hazırlanmış, pürüzsüz akıp giden yürüyüşlerin, oturuşların ince yuvası… Ayaklarımızın altına serili şiir. Öyle değil mi?