TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir Gösterge Olarak Mühür

Bir Gösterge Olarak Mühür

Mühür çok önemli bir göstergedir. Üzerine basılan bir evrakı veya yazıyı sahibiyle ilişkilendirir. Aidiyet ve sahiplik kazandırır. Bundan binlerce yıl öncesinde bile insanlar arasında ortak bir dil ve kod olarak mühür, üzerine basıldığı bir ferman ile bazı insanların kurtuluşuna vesile olmuş veya bazılarının korkudan ödünü patlatmıştır.

Mühür dünya tarihinde en eski sembollerden birisidir. Arkeolojik kazılarda binlerce yıl öncesine ait bulunan mühürler gösteriyor ki, mühür neredeyse insanlık kadar eskidir.

Mühür çok önemli bir göstergedir. Üzerine basılan bir evrakı veya yazıyı sahibiyle ilişkilendirir. Aidiyet ve sahiplik kazandırır. Bundan binlerce yıl öncesinde bile insanlar arasında ortak bir dil ve kod olarak mühür, üzerine basıldığı bir ferman ile bazı insanların kurtuluşuna vesile olmuş veya bazılarının korkudan ödünü patlatmıştır.

Bilinen en eski krallar mühür kullanmışlardır. “Mühür kimdeyse Süleyman odur.” sözünde olduğu gibi Hz. Süleyman’ın mührü ise darb-ı mesel olmuştur. Bugünkü İsrail bayrağında yer alan ve “Davud’un Yıldızı” olarak ta bilinen altı köşeli yıldızın Hz. Süleyman’ın mührü olduğu rivayet edilir.

Orta Asya kültürlerinde de mühür yaygın olarak kullanılmıştır. Eski Türk kültürlerinde “tamga” yani bildiğimiz damga olarak isimlendirilen mühür, aynı zamanda aidiyet ve hâkimiyet göstergesi olarak ortak bir kod olmuştur.

Osmanlı padişahlarının “tuğra” adı verilen mühürleri de bu geleneğin devamı olarak kabul edilebilir. Ancak Osmanlı padişahlarının kendi ellerinde yüzük olarak taşıdıkları mühürleri dışında bir de sadrazam tayininde bir sembol olarak kullandıkları meşhur bir “mühr-ü hümayun” vardır. Padişahın bu mührü birisine vermesi sadrazam tayin edilme anlamına gediği gibi, mührün geri istenmesi de azledilmek anlamına gelmektedir.

Peygamber Efendimizin de (asm), bilhassa Topkapı Sarayında sergilenen mektuplarından tanıdığımız, üzerinde “Allah, Resulü Muhammed” kazınmış mührü, tarihteki en önemli göstergelerden birisidir. Ayrıca hatem-ül enbiya olan Hz. Peygamberin, son peygamber olduğunun bir işareti olarak, sırtında iki omuzu arasında bir “hatem” yani mühür bulunduğu rivayet edilir.

...

Bir devlette hâkimiyet ilan eden bir han veya sultan ilk olarak adına para bastırır. Eskilerin deyimiyle “sikke” üzerinde taşıdığı mühür ve sembollerle hâkimiyetin kimde olduğunun göstergesidir. Elbette ki tarihte “hâkim-ül Haremeyn değil hadim-ül Haremeyn” şuurunda olan mütevazi sultanlar da gelip geçmiştir.

...

Tarihte sultanlar ve krallar dışında edipler, şairler, sanat ve fikir adamları da mühür kullanmışlardır. Hatta sivil insanlar dahi imza yerine ya parmak basıyorlardı ya da onlar da mühür kullanmaktaydılar. Bazı ünlü ressamlar ve heykeltıraşlar da sanat eserlerine mühür basarlar. Mühür basılan her eser, mühür sahibine aidiyetini belgelemektedir.

Bediüzzaman “Otuzüç Pencere” adlı risalesinde kırlarda gezerken gördüğü bir sarı çiçek üzerinden mühür alegorisi geliştirir. “Bir bahçede bir sarı çiçek, o bahçe nakkaşının bir mührü hükmündedir. O ‘çiçek mührü’ kimin ise, bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler, o Zatın kelimeleri hükmünde olduğuna ve o bahçe dahi onun yazısı olduğuna, açık bir surette delalet ediyor.”

Bediüzzaman, bahçedeki bir sarı çiçeği yaratıcının mührü olarak görmekle, tabiatı, dünyayı hatta bütün evreni ilahi bir sanat eserine dönüştürür. Yani, bahçe bir mektup, bir çiçek de o mektubun mührüdür ve o bahçe mektubunun yaratıcısına ait olduğunu gösterir… Onun alegorik yaklaşımı sarı çiçekle sınırlı kalmaz. İnsanın yüzü ve parmak izi de birer mühürdür.

Her şeyin sanatlı yaratılışı da o şeyin üzerinde görünen bir tuğra, bir sikke, bir hatem yani mühürdür ki, sanatkârını ve yaratıcısını gösterir.