TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir Buket Sevinç / Hayatın İçinden Bir Hatıra

Bir Buket Sevinç / Hayatın İçinden Bir Hatıra

Sararıp solmaya mahkûm üç-beş tanecik çiçekle, çiçekleri hiç solmayan cennete ait bir tablo oluşturmak zor değil. Sadece nasip işi…

Okullarda yaptığım sohbetler sonunda, bütün yazarlar gibi, bana da bir hediye verilirdi. Bunların da birçoğu plaket olurdu. Bir sarı metal üstüne ismim yazılır, onu veren okulun adı belirtilir ve yazının en sonunda da teşekkür edilirdi. Bunlar ‘normal’ sayılsa da sonraki adımlar beni perişan ediyordu. Plaketi çoğunlukla müdürler verdiğinden, bu sohbeti belgelemek maksadı ile:

“Hocam! Lütfen plâketin ucundan tutun! Diğer ucundan da ben tutayım.” dedikten sonra, bir sürü fotoğraf çekiliyordu. Resmiyetten hiç hoşlanmadığımdan, bu iş benim için işkenceden farksız olurdu.

Diğer bir hediye ise çiçekti. Daha doğrusu, mevsim çiçeklerinden derlenmiş bir buket, bazen kucağıma bile sığmayan, birbirinden güzel kokan, çok renkli ve tefekkürlük bir tablo sanki.

Buket verilince sevinerek alırdım. Çünkü sohbetten sonra kitap imzalarken, bu buketi açtırır ve oradaki gül ve papatyaları, karanfil ve nergisleri hanım öğrencilere hediye ederdim. Bu arada erkekler biraz bozulsa da, “Çiçekler çiçeklere yakışır.” falan diyerek, onların çoğunluğunu ikna ederdim. Çiçekler harika bir hatıra olurdu, imzaladığım kitabın arasına konup kurutulurdu çünkü.

Bir gün okullardan birine sohbete gidince, yine bana bir buket çiçek vermek istemişler. Fakat bu işi yapmakta çok gecikmişler. Bu arada kitaplar da imzalandığı için, öğrencilerin birçoğu sınıflarına dönmüş, dersleri bitenler de evlerine gitmiş.  

Sohbet yaptığımız salondan ayrılırken, yani içerde sadece birkaç kişi kalmışken, öğrencilerden birisi o buketi getirip takdim etti bana, elbette ki okul adına ve teşekkürlerle…     

Söz konusu buket bir nişan çiçeği gibiydi ve en nadide çiçeklerle donatılmıştı. Onu hocalardan birine vermeyi düşündüm. Ve bu niyetle öğretmenler odasına giderken, merdivenlerin birinde 25-30 yaşında bir hanım gördüm. Basamakları yıkayıp paspaslıyordu. Aynı merdivenin biraz üst kısmındaysa, ‘sahanlık’ denilen yerde daha yaşlı bir temizlikçi duruyordu. Öyle sanıyorum ki, okulun her tarafına resmimi astıklarından bu hanımlar beni tanıyorlardı.

Elimdeki buket ile öndekine yanaştım ve selam verdikten sonra:

“Allah temiz olanları severmiş.” dedim. “Elbette ki her tarafı temiz tutanları da. Kısacası bu buket sizin hakkınızdır, eğer kabul ederseniz çok sevinirim.”

Buketi uzattığımda o hanım söyleyecek bir söz bulamadı. Ama büyük bir şaşkınlık yaşadığı belliydi. Onu hemen kucaklayıp yukarıda duran yaşlı kadına koştu. Ve balonlarına kavuşan bir çocuk sevinciyle: “Bu çiçeği Cüneyd Hocam hediye etti!” dedi. “Yani bu çiçek benim!”

“Bu çiçek benim!” sözleri kulağımda peş peşe yankılandı.

Yoksa o hassas insan, hayatında hiç hediye almamış mıydı?

Mesleği hep küçük mü görülmüştü yoksa?

Ben ‘sulu gözlü’ biriyim, hemen ağlarım. Bu yüzden de aceleyle oradan kaçtım. Bu güzel hatırayı da yıllarca unutmadım.

Sararıp solmaya mahkûm üç-beş tanecik çiçekle, çiçekleri hiç solmayan cennete ait bir tablo oluşturmak zor değil. Sadece nasip işi…

Yeter ki gönlümüz sevgiyle dolu olsun.