TR EN

Dil Seçin

Ara

İnsan Gördüğüne mi İnanır?

İnsan Gördüğüne mi İnanır?

Görmek inancı pekiştirici bir unsurdur.

Farkında olarak ya da olmayarak pozitivizmin etkisinde kalanlar görmekle inanmak arasında sıkı bir ilişki kuruyorlar. Maddi bilimlerin yöntemini her alana uygulamak isteyen kimseler bunlar. ‘İnsan gördüğüne inanır.’ diyor, bu sözü sık sık tekrarlıyorlar.

Bu söz ‘İnsan gördüğüne ister istemez inanmak zorundadır, inanması normaldir, olması gereken de budur.’ manasında söyleniyorsa mesele yok. Kimse tersini söylemiyor zaten.

Yok eğer ‘İnsan gördüğüne inanır ama görmediğine inanmaz, inanmaması gerekir.’ gibi bir mana kastediliyorsa, o zaman ellerimizi şakaklarımıza bastırıp hayretle düşünmeliyiz.

Cümleyi ikinci anlamıyla alırsak ben tam tersini söyleyeceğim: İnsan, görmediğine inanır. Bu özellik bir meziyettir, insanı öbür canlılardan üstün kılar. Dış duyularla hissedilemeyene inanmak insana özgü bir nitelik.

Görmek ve inanmak konusunda çeşitli düşünceler ileri süren, akıldır. Eğer akıl görmediğini inkâr edecekse önce kendini inkâr etmeli. Hiçbirimiz aklımızı görmedik, fakat eserlerinden hareketle varlığını kabul ediyoruz.

İnanmakla görmek arasında gerektirici bir ilişki kurmak bana hiç de mantıklı görünmüyor. İman, görülenin değil görülmeyenin varlığını kabul etmektir, ancak o zaman bir kıymet ifade eder. Güneşi göstererek ‘Sen bunun varlığına inanıyor musun?’ diye sormak pek de akıllıca olmaz.

Evet, görmek inancı pekiştirici bir unsurdur, fakat esas olan görmeksizin iman etmektir. Bilerek inanırken görerek inanmaya başlarız, işte hepsi bu. 

İmanın öyle bir derecesi de vardır ki, görmek o imanda bir artış meydana getirmez. ‘Perde açılsa da inandıklarımı görseydim imanımda bir artış olmayacaktı.’ diyen var. Bu sözün gerçekliğini kabul etmek bana zor gelmiyor.

Söz gelişi, hiçbirimiz Fatih’i, İstanbul’u fethederken görmedik ama bu tarihi olguya kuşkusuz inanıyoruz. Mümkün olsa da fetih gününe dönebilsek, olayları gözümüzle görsek, hatta savaşanlarla birlikte biz de savaşsak ‘Fatih’in İstanbul’u fethettiği’ gerçeğine olan imanımız artacak mıydı? Hiç sanmam. Bir nebze heyecanını tadacaktık, o kadar.

Garip bir mantık karşısındayız. ‘Serçeler kuştur, öyleyse kuşlar da serçedir.’ demek gibi ya da ‘Serçe olmayanlar kuş da değildir.’ hükmünü vermek gibi sakat bir muhakeme. ‘Madem gördüğüme inanıyorum öyleyse görmediğime inanmamam gerekir.’ sözü de buna benzemiyor mu?  

Esasen görmeden inandıklarımız görerek inandıklarımızdan hiç de az değil. Söz gelişi, çoğumuz atomları, virüsleri, bakterileri, bazı ışınları görmedik, fakat bunlara inanıyoruz. Bilim insanlarının ‘gördük’ demeleri inanmamız için yeterli oluyor. 

İnanmanın şartı kendi gözlerimizle görmemizse başkalarının ‘Ben özel aygıtlar kullanarak görüyorum.’ demeleri kanıt sayılmaz. Ekser insanlar bu aletleri kullanmadı, kullanmıyor.

Bilirsin, geçmiş çağlarda mikroskop icat edilmemişti ve mikro canlılar insanların görüş alanı içinde yoktu. Peki, bunlar gerçekte de mi yoktu? Faraza mikroskop bir anda yok olsa mikro varlıklar da mı yok olacak?

Biz ‘Mesnevi’ isimli kitabın yazarını görmedik, bu durumda inkâr mı etmeliyiz? Hayır! İsmini bilmesek de ‘Mutlaka bir yazarı olmalı.’ diye düşünür, onu tanımak isteriz.

Sözün kısası, iman konusunda görmek veya görmemek tek başına bir anlam ifade etmez. 

Görmenin sınırlı olduğu, gözün her zaman yanılabileceği gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Duyulara güvenerek hüküm vermek bizi hataya sürükler.

Mesela sen gökyüzüne bakıyor, güneşin doğudan batıya doğru hareket ettiğini, dünyanın durduğunu görüyorsun. Eğer gözü ölçü alırsan ‘Dünya duruyor, güneş de onun etrafında sürekli dönüyor.’ diye düşünebilirsin. Nitekim eski zamanlarda insanların ekseriyeti buna inanıyordu. Halbuki gerçek ne kadar farklı!

Akıl ‘Her eserin bir ustası vardır, şu kâinatın da bir sanatkârı olmalı.’ hükmünü verirken, bütün ilahi kitaplar ve peygamberler ittifakla onu tasdik ederken, Kur'an onu ‘Allah’ ismiyle tanıtırken, göz ‘Hani nerede? Ben göremiyorum.’ diye sızlanmakta.

Hangisine güveneceğiz? Benzeri hayvanda da bulunan göze mi, yoksa insanı öbür canlılardan üstün kılan akıl nimetine ve muhakeme kabiliyetine mi? İşte konunun can alıcı noktası!

‘Görmediğime inanmam.’ demekle ‘Gözlerimle düşünürüm.’ demenin farkı yok. Şu hâlde akıl ne işe yarayacak?