TR EN

Dil Seçin

Ara

Nasibe Bak...

Nasibe Bak...

Nedir bu nasip dedikleri?

Nasibin olacak ki anlayasın.

Anlamak diyoruz ama bu zekâ ile olacak iş değil. Nasip, iman ile anlaşılacak; kalp ile görülecek bir şey. Zaten akıl her şeyi görmez. Tersini söyleyen varsa, anlasın sevgi denen şeyi, aklı ile yapsın tarifini…

Allah, anlayışlı olasın diye akıl vermiş ama anlama nimetini aklın eline vermemiş. Aynı mide-rızık konusunda olduğu gibi; mideni veren Rabbin ayrıca ona uygun gıdayı da yaratıp veriyor.

Akıl başka anlamak başkadır yani. Yoksa her aklı olan her şeyi anlayıverirdi.

Tevekkül, nasip, kanaat. İman dolu kelimeler bunlar.

Tevekkül; elinden gelen çabayı gösterip, sonucu Allah’tan beklemek. Tevekkül eden, sonuçları yaratanın Allah olduğunun şuurunda olan insandır.

Nasip; senin çalışmanın karşılığında Allah’ın takdir ettiği şey.

Kanaat ise, senin için takdir edilen o şeye razı olman.

Demek nasibi görmek de, ona razı olmak da iman işi…

Bir de bu açıdan bakalım.

Dünya sahrasında bir avcı olalım.

Nasibimizin peşindeyiz, koşturuyoruz…

Ancak bileceğiz ki, okumuz nasibimiz kadar gider.

Ya da okumuz ancak nasibimize isabet eder.

Burası önemli; ok atmadan olmaz; ok attın diye de gelmez nasip.

Nasibin, senin gayretine bağlanmış o kadar… Çalışmak senden, nasibini vermek Allah’tan…

Rabbimiz nasibi çalışmaya da zekâya da bağlamamış. Belki de bizi, bunları putlaştırmaktan kurtarmak için nasibi kendi iradesine bağlamış. Nasibin geldiyse, bil ki Allah sana takdir ettiği içindir. Ben çalıştım, ben kazandım deme Karun gibi…

Bak Allah (cc) insanı nasıl da koruyor şirke düşmekten, kendini putlaştırmaktan.

Kur’an’da ve Peygamberimizin sözlerinde övülen o Müslümanlar ne enteresan insanlar… Kendileri için bir lokma kazanacak kadar çalışmayı çok görmüşler de Allah için dünyayı zaptedecek bir gayretle koşturmuşlar. Kendileri için bir karış toprağa razı olmuşlar da, Allah için cihanı fethetmişler ama doymamışlar…

Bütün insanların Peygamberi (asm), işte bunun için elçilerini dört bir yana yollamış, tüm insanlara ulaşma gayretiyle çalışmıştı…

Sultan Fatih’in, bir sefer sırasında “Niye bu kadar zahmet…” diye sorana, “Bunu kuru bir cihangirlik davası mı sanırsın” cevabının anlamı da buydu.

Allah için yaşamak bu işte…

Allah için yaşayanları tanımak, onlarla aynı inancı taşımak ne güzel…

İşte bu çok büyük bir nasip…

Nasibin bazen beklediğinden az olur, bazen de umduğundan fazla…

Bu hem senin sınavındır, hem de senin için takdir edilendir. Senin yaratanın, yaşatanın, koruyanın, büyütenin, yani Rabbin, seni bilir, senin geleceğini ve hatta ahiretini nazara alır, senin için hangisi hayırlı olacaksa sana onu nasip yapar…

Asıl nasibin ahirettedir. Buradaki sadece gerektiği kadar… Sen de bilirsin; çocuğun cebini para doldursan, heba olur… Rahîm Rabbin asıl nasibini ahiretin için saklar…

Her hâl için hamd olsun diye boşuna söylenmiş değil…

Bir de teselli tarafı var: “Nasibin varsa gelir Hint’ten, Yemen’den; nasibin yoksa ne gelir elden.”

Bazıları için nasibi yok denir.

Aslında nasibi olmayan yoktur.

Herkesin bir şeyden nasibi vardır. Allah Rahman’dır; yarattıklarını nasipsiz bırakmaz.

Öyleyse bizden yürümek, Rabbimizden kavuşturmak. Dilerse bizi nasibimize yaklaştırır; dilerse nasibimizi bize getirir de kavuşturur.

İşin püf noktası nasibini aramak bulmak falan değil, dizginlerin kimin elinde olduğunu anlamak. Dünya bunu öğrenmen için açılmış bir okul sadece. Gerisi teferruat…

Evet nasip imanlı bir kelime. İmanlı bir kalbin sözü…

Allah (cc) nasibimizi artırsın.