TR EN

Dil Seçin

Ara

Esas Olan Emre Uymak

Esas Olan Emre Uymak

İbadette esas olan; emre uymak, kulluğunu hatırlamak ve bunun gereğini şuurlu bir şekilde yerine getirmektir.

İbadette esas olan; emre uymak, kulluğunu hatırlamak ve bunun gereğini şuurlu bir şekilde yerine getirmektir. Bir iş, Allah’ın emrettiği şekilde ve O’nun rızası gözetilerek yapılırsa ibadet olur. Her ibadetin bir çok faydası, hikmeti de vardır, ancak ibadet bu faydalar için yapılmaz.

Kaldı ki, ibadetlerin bir kısmının hikmetlerini bilmemiz zaten söz konusu olmaz. Meselâ, sabah namazını niçin iki rekat kılarız da öğleyi dört, akşamı üç kılarız. Bu konuda hiçbir hiçbir fikir yürütülemez. 

Bu sorunun tek cevabı vardır: Rabbimiz öyle emrettiği için.

Biz, sabah namazının farzını iki rekat kılmakla, akşamınkini de üç rekat kılmakla emre uymuş oluruz... Mesele rekat sayılarında değildir, esas olan emre uymaktır.

***

Bu incelik Mutezile mezhebinde ihmal edilir. Onlar, Bediüzzaman Hazretlerinin naklettiği üzere, şöyle derler:

“Medâr-ı teklif olan ef’al ve eşya, kendi zâtında, âhiret itibarıyla ya hüsnü var, sonra o hüsne binaen emredilmiş veya kubhu var, sonra ona binaen nehyedilmiş.”

Bu hüküm, helal ve haram gıdalarda bir derece geçerli olabilir. Bir derece diyoruz, çünkü bazı kavimlere helal olan gıdaların başka kavimlere haram kılındığı da bir vakıadır. Eğer bir gıdanın helal olmasında esas olan, onun faydası ve güzelliği olmuş olsaydı bütün insanlar ve bütün devirler için o gıdanın helal olması gerekirdi.

Bu hüküm, ibadetler için hiç geçerli değildir. Namaz örneğimize tekrar dönelim. Sabah namazını üç veya beş rekat kılmamızın ne gibi bir kötülüğü olabilir ki ondan dolayı yasaklanmış olsun da iki rekat kılınması farz kılınsın. Bu soruya bir cevap bulmak mümkün değildir.

Keza, orucu bir başka ayda tutmanın nasıl bir çirkinliği olabilir ki, o ayda değil de Ramazan ayında tutulması farz kılınmıştır. Bu sorunun da cevabı verilemez.

O halde söz ehl-i sünnet âlimlerinindir:

“…Mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: “Cenâb-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur.” Demek emirle güzellik, nehiyle çirkinlik tahakkuk eder.” (Sözler)

Allah bir ibadeti kaç rekat emretmişse onun güzelliği o kadar rekat kılınmasındadır. Keza oruç tutmayı hangi ay için farz kılmışsa, orucun güzelliği de o ayda tutulmasıyla ortaya çıkar.

***

Hûd Sûresinde Allah Resulüne (asm) yapılan “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” şeklindeki İlâhî hitap, aynı zamanda bütün müminleredir.

İnancımızın doğruluğu, ehl-i sünnet itikadına uygun olmasıyla gerçekleştiği gibi, ticaretteki doğruluğumuz yalandan, faizden, ihtikârdan uzak kalmakla gerçekleşir.

İbadetlerimizin de dosdoğru olması, onların emredildiği gibi yapılmasıyla tahakkuk eder. Bu hakikatten gaflet eden bazı vesveseli insanlar, ibadeti çok daha mükemmel yapacağım derken bazı aşırılıklara sapar ve hataya düşerler. Meselâ, oruçlu kimsenin iftarda ve sahurda az da olsa bir şeyler yemesi gerekir. Çok daha mükemmel oruç tutacağım diye hiç iftar ve sahur yapmadan günlerce aç kalan kişi takva zannıyla  kerahete düşer.

Mâide Sûresinin 87. ayetinde mealen şöyle buyrulur:

“Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.”

Bu ve bir sonraki ayetin nüzul sebebi hakkında şu bilgi veriliyor:

Bir grup sahabenin gündüzleri devamlı oruç tutmaya, geceleri uyumadan namaz kılmaya, kadınlarının yanına gitmemeye, et yememeye.. azmettiklerini duyan Allah Resulü (asm) onların yanına giderek, “Ben böyle bir kulluk şekliyle emrolunmadım.” diye başladığı ikazlarını şu ifadelerle tamamlar:

“Benim yolumdan çıkan benden değildir.”

Takva zannıyla yanlış yola girme vesvesesine, özellikle abdest ve namaz konusunda daha fazla düşülür. Bir mümin, abdestini emredildiği gibi aldı mı mesele tamamdır. Daha fazla hassasiyet göstererek bir organını beş-altı kere yıkarsa buna takva denmez, vesvese denir. Üç kere yıkanacak bir organı beş kere yıkamak daha iyi olsaydı, üç rekatlık bir namazı da beş rekat kılmak daha makbul olurdu.

Bir başka örnek: Su bulunmayan yerde teyemmüm caizdir. Abdestin su ile alınması “zatında güzel olduğu için şart olsaydı” teyemmümle abdest caiz olmazdı.

Müminler, “Dinde zorluk yoktur.” ve “Din kolaylıktır.” hükümlerine uyarlar ve su olmayınca abdestlerini teyemmümle alırlar. Mesele suda veya toprakta değil, söz dinlemekte, emir tutmaktadır. Teyemmüm yapan kişi de emir dinlemiş olur, su ile abdest alan kişi de.

Bu gibi vesveselere düşmemenin yolu, ibadetlerimizi emredildiği gibi dosdoğru yapmaya çalışmak, huzura engel hallerden mümkün olduğu kadar uzak kalmaya dikkat etmek, ancak kendimizi de fazla zorlamamaktır.

 

Diğer bir örnek:

Hanefi mezhebinde vücuttan kan çıkınca abdest bozulur. Kan çıkması zatında çirkin olduğu için abdest bozulsaydı, Şafii mezhebinde de bozulması gerekirdi.

Bizler içtihat yapmaya yetkili olmadığımıza göre fıkıh meselelerinde bir müçtehide uymak durumundayız. Bir Hanefi, kan çıktığında abdest almakla emre uymuş olur, bir Şafii de kadına eli değdiğinde abdest almakla… Önemli olan, kadına el değmesi yahut bedenden kan çıkması değil emre uymaktır.

Keza, bir dönem, Mescid-i Aksa’ya karşı namaz kılınıyordu, daha sonra emr-i İlâhî ile Kâbe’ye karşı namaz kılınmaya başlandı. Eğer Kâbe’ye karşı namaz kılmak zatında güzel olduğu için farz kılınmış olsaydı, Mescid-i Aksa’ya karşı kılınan namazların kabul olmaması gerekirdi. Burada da esas olan, şu veya bu mekâna yönelmek değil, emre uymaktır. 

Oruç ibadeti geçmiş kavimlerde de vardı. Ancak Ramazan’da bir ay oruç tutmak Müslümanlara mahsus. Eğer, orucun Ramazan’da tutulması zatında güzel olduğu için farz kılınmış olsaydı önceki kavimlerin oruçlarının kabul olmaması gerekirdi.

Peygamberlerin insanlara tebliğ ettikleri iman hakikatlerinde tam bir ittifak olduğu halde, şeriatlarda, emir ve yasaklarda bunu görmek mümkün olmaz. Her kavim ayrı bir şeriatla yükümlü kılınmış olabilir. Ve yine her kavim kendisine emredileni yapmakla istikameti bulmuş olur.

***

“Dinde zorluk yoktur.” hükmü ve “Din kolaylıktır.” hadis-i şerifi hakkında kısa bir açıklama yaparak konuyu tamamlayalım:

Dinde zorluk olmadığının ve dinin kolaylık olduğunun pek çok misali vardır. Bir mirac meyvesi olan şu ayet-i kerime bu kolaylığı en güzel şekilde ders verir:

“Allah hiçbir nefse gücünün yetmeyeceği yükü yüklemez.” (Bakara Sûresi, 286)

Namazın beş vakit olması ve yaklaşık bir saat içinde kılınabilmesi müminler için çok önemli bir kolaylıktır.

Hasta bir insanın oturarak veya ima ile namaz kılabilmesi de namazdaki kolaylığın ayrı bir cihetidir.

Orucun bir ay olması gibi, zekâtın da kırkta bir olması da ayrı bir kolaylıktır.

Su bulunmaması halinde teyemmüm ile namaz kılmanın caiz olması da yine büyük bir kolaylık örneğidir.

Namazı tam bir huzur ve huşu içinde eda etmek elbette güzeldir, ama bunun başarılamaması halinde vesveseye düşmek, namazı yenilemek yahut bütünüyle terk etmek de gerekmez. Zira bize namaz kılmamız emredilmiştir ama mutlaka en mükemmel şekliyle eda etmemiz emredilmemiştir. Böyle olsaydı, peygamberimizin, ashab-ı kiramın, evliya ve asfiyanın dışında bütün müminlerin kıldıkları namazların kabul olmaması gerekirdi.

Şeriat zahire hükmeder. Biz, şeriatın zahirine göre, namaz nasıl kılınacaksa, hangi namaz kaç rekât eda edilecekse bütün bunlara harfiyen riayet ettiğimiz takdirde namaz borcumuz üzerimizden kalkar. Namazın tamam olması başka, mükemmel olması daha başkadır. Bu ikincisi için de yine belli bir gayretin içinde bulunmak elbette güzeldir, ama bunu başarmak şart değildir. “Mükemmel olmayınca hiç olmasın daha iyi” demek şeytanın bir vesvesesidir. Böyle bir hükmün ne şeriatta yeri vardır, ne de hakikatte.

Bu konuyla yakın ilgisi olan bir ayet-i kerimeden de kısaca söz edelim:

Bakara Sûresinin 256. ayetinde şöyle buyurulur: “Dinde ikrah (zorlama) yoktur.”

İslâm’ın insanlara tebliğ edilmesinde temel hüküm, hakkı tebliğ edip hidayeti Allah’tan beklemektir. Bu yol bütün peygamberlerin ortak sünnetidir. Hak din, insanların ruhlarına ancak kalbin kabulüyle yerleşir. Bu ise zorla olacak şey değildir.

Bazı tefsir âlimlerimiz, “Dinde zorlama yoktur.” ayetine “Zorlama (denen şey), dinde yoktur.” şeklinde mânâ vermişlerdir. Bu mânâya göre, sadece inanma konusunda değil her konuda insanlara zor kullanmak “dinde yoktur.”

Dinde tebliğ vardır, dinde ikna vardır, dinde sevdirme vardır ve nihayet dinde kolaylık vardır.