TR EN

Dil Seçin

Ara

Bin Aydan Daha Hayırlı Ramazan

Bin Aydan Daha Hayırlı Ramazan

Nur ve feyiz saçan Ramazan hilali ufukta belirince, ilahi nurlar ve bereketler her haneye yansır. Müminlerin kalbinde manevi duygular uyanır. İslam âlemi feyiz ve bereketlere gark olur.

Mağfiret ayı olan Ramazan’ın feyzi Müslümanların maneviyatına büyük bir olumlu katkı yapar. Bu nihayetsiz feyiz ve nurlardan hakkıyla hissedar olan müminlerin günleri adeta birer bayram olur.

Bu ayda yapılan ibadetler, onları manevi kirlerden temizler, kurtuluşlarına vesile olur. Kalbindeki güzel fikirler daha da nurlanır. Allah’ın rızasına mazhar olmak için gayret eden müminler hayır ve hasenatta birbiriyle yarışırlar ve her tarafta adeta bir bayram havası meydana gelir.

Evet, Ramazan; seksen küsur senelik bir ömr-ü manevî kazandıran ve bütün hayır ve bereketi içine alan çok feyizli ve mübarek bir aydır. Ramazan, nur saçan bir aydır. Feyzinin serpildiği her haneyi sonsuz nurlarla doldurur. Çünkü bütün zat ve sıfat-ı ilâhiyyenin kemalâtını talim eden Kur’an, bu mübarek ayda nazil olmuştur. Bu bakımdan, Ramazan ayı mağfiret ve rahmet ayıdır.

…  

Oruç, ruhun gıdasıdır.

Müminler bu ayda namaz ve oruçla ruhlarını kuvvetlendirirler. Oruç şehveti kırar, nefsi dizginler ve mağlûp eder. İnsanı hayvanî hallerden uzak tutar. Hayatın lezzetini tattırır, kalbin, Allah’a muhabbetini artırır ve ona meleki bir zevk-ü sefa bahşeder.

Gündüz oruçlu olduğundan hiçbir şeye el uzatamayan bir insan; “Bu nimetler benim mülküm değil, onlar, çok şefkatli ve merhametli Rabbimin malıdır ve in’âmıdır. Ben bunları tasarrufta hür değilim.” diyerek nimeti nimet bilir ve manevî bir şükür eder.

Orucun, insanın nefis ve irade terbiyesinde de çok mühim ve yüksek bir tesiri vardır.

Oruçlu kimse, aczini bilir, fakrını derk eder, zaafını anlar, her şeyi dilediği gibi yapmakta serbest olamayacağı hakikatini kavrar. Kendini her işi yapmakta hür zanneden, her şeyi kendi mülkü sanıp istediği gibi tasarruf edebileceği vehmine kapılan mağrur bir nefsin gururu, ancak oruçla kırılır; gafleti ancak açlıkla dağıtılır. Böylece insan aczini, fakrını, zaafını anlar; mal sahibi olmadığını bilir. Bu sayede nefsini dize getirir, Allah’a teslim olur, tevekkül eder, huzur bulur.  

…  

Ramazan ayında gaflette olanlar da onun feyziyle intibaha gelirler; tövbe ederek günahlardan vazgeçerler. Namaz ve niyaza döner, maneviyata teveccüh eder, huşu ile secdeye kapanırlar.

Oruç, sosyal hayat için de önemlidir.

Meselâ, zengin bir insan aç kalmakla fakirin halini daha iyi anlar. Onlara şefkat eder, yardım elini uzatır. Buna karşılık, fakir de zengine hürmet eder. Böylece, zengin ile fakir arasında tam bir kardeşlik, muhabbet ve hürmet tesis olunur. Sosyal hayat, huzur içinde cereyan eder.

Peygamber Efendimiz (asm): “Oruç, oruçlu ile dünya hırsları arasına çekilen bir perdedir. Bu perde oruçluya kötülük yüzünü göstermez. Onun gönlünü fena sarsıntılardan korur.” buyurmuştur.  

Şu halde, hakiki bir oruçlu, hayvani arzulardan sıyrılır, elini, dilini ve diğer bütün azalarını günahlardan korur. Kendisiyle uğraşanlara aynıyla karşılık vermez. “Ben oruçluyum.” der, geçer. Böylece oruç tutan kişi, kötü huylardan zamanla temizlenir, hak ve hakikati görmeye mani olan perdeler önünden kalkar. Manevi kalitesi yükselmeye başlar, hem kendisi için, hem de insanlık için hayırlı bir fert olur.  

Oruç tutan müminde fazilet hisleri ve onu hakiki Mâbud olan Allah’a bağlayan kulluk duyguları gelişmeye başlar.

Oruçlu bir kimse, hakkı hak, bâtılı bâtıl görmeye başlar. Hayrı, şerri ayırır. Manevi duyguların yolları oruçla açılır ve temizlenir.  

Oruçlunun Allah Teâlâ yanında şerefi çok büyüktür. Cenab-ı Hak, bir Hadis-i kudsîde buyuruyor ki: “Madem ki kulum yemesini, içmesini ve nefsanî arzusunu benim rızamı kazanmak için bırakmıştır. Onun sayısız ecrini doğrudan doğruya kendim veririm.”

Ramazan ve oruç millet olarak benliğimize, ruhumuza ve şuurumuza silinmez bir mühür gibi nakşolunmuştur. Gecesiyle gündüzüyle, minarelerdeki mahyalar ve oralardan asumana yükselen ezan sesleriyle, camisi ve coşkun cemaatiyle, gürül gürül Kur’an tilavetleriyle, nasihlerin nasihatleriyle, sofraların bereketiyle, çocukların benzersiz sevinçleriyle Ramazan adeta her günü bir bayram sevincine çevirmekte ve yıldan yıla gelişen, kökleşen bir milli kültür halinde hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olmaya devam etmektedir.  

Her saati mübarek ve mukaddes olan Ramazanın, özellikle iftar ve sahur zamanları dualarımızın en çok kabul olunduğu vakitlerdir. Peygamberimiz Efendimiz (asm): “Oruçlunun iki neşesi vardır. Birisi iftar vaktinde, öbürü kıyamet günü Mevlâsına kavuştuğunda” buyurmuşlardır.

İhlâslı her Müslüman, iftar vaktinde kalbinde yüksek bir inşirah hisseder. Bütün varlığıyla dergâh-ı İlâhiyeye yönelir. Nurla ve feyizle dolar. Bu hususta Bediüzzaman şöyle buyurur:  

“İftar vaktinde ehl-i iman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelînin ziyafetine davet edilmiş bir surette akşama yakın, “Buyurunuz” emrini bekler gibi bir tavr-ı ubudiyetkarâne gösterir.”  

Evet, iftar vakti gönüllerde bir manevi cezbe uyandırır. İftar sofrasının etrafında toplanan herkes şendir, mesrurdur. Nur-u imanla parlayan çehrelere mutluluk akseder. İftar anındaki bu şevk ve sürurun tarifi imkânsızdır. Cennet asâ bir saadet içinde, günün en bereketli anı iftarla noktalanır.