TR EN

Dil Seçin

Ara

Azra Kohen, sonsuzluğun yekpare bir an olduğunu hissetmiş olmalı ki kaleme döküyor:

“Bir an, sonsuza kadar zihinde yaşayacak bir duyguya rahim olabilir miydi?”

***

 

Erol Göka’nın bedeli ödenmiş bir baba tarifi her eve lazım:

[Babamın] [t]orunlarının var olmasından,

yüzlerinin gülmesinden başka hiçbir şey istemediği,

can sağlığı ve mutluluk dışında hiçbir beklentisi olmadığı o kadar açıktı ki…

Kendi çocuklarımla ilişkisi sırasında babamın çocukluğunu gördüm,

bir zamanlar çocuk olduğunu, tıpkı benim gibi bir insan olduğunu anladım. Psikolojim, onunla barıştı.

Baba; içimizdeki tunç heykel, hayatla tutamak noktamız, kâh didişerek kâh güvenerek yapışmaya çalıştığımız…

Hayat mücadelemizde önce mesuliyetini sınadığımız denek taşı,

sonra mesuliyetimizin sınandığı onay makamı, nihai helalleşme mercii.

Baba; iş, çoluk çocuğun nafakası.

Baba; gurbet, gidip de gelmeme ihtimali.

Baba; maden, göçük tehlikesi.

Baba; siperde beklemek, şehadet şerbeti.

Baba olmak; seyircisiz, küçük, uzaktan gelmiş deplasman takımı rolüne rıza göstermek…

 

***

 

Emily Bronte “kara yüzlü”leri aşağılayan yüz karalığını ihbar ediyor:

“Kapkara bir insan bile olsan,

temiz kalp güzel bir yüz kazanmanı sağlar oğulcağızım.

Kötü bir kalp ise güzel yüzlüyü bile çirkinden daha beter yapar.”

***

 

Haşmet Babaoğlu,  Hümeze’nin “serveti kalkan yapma” haberine şahitlik ediyor:

“Yaşamaya dair korkularımız dinsin, güvenimiz ve güvenliğimiz tam olsun diye alıp alıp biriktiriyoruz.

Ve eşya veya eşyalaşmış duygular bizimle dalgasını geçiyor.

İçimizi biriktirdiklerimizi kaybetme korkusu sarıyor.

Oysa vermekten geçiyordu var olmak, unuttuk! (…)

Alma’ya bu kadar odaklananlar, başkalarına sevinç verebilirler mi?

Oysa bütün iyilikler sevinçle başlar. (Dikkat buyurunuz, eğlendirmekten değil, neşe vermekten; kuru hediyeden değil, sevinçten söz ediyorum!)