TR EN

Dil Seçin

Ara

Dünya Hayatı Ebed Özlemi

Dünya Hayatı Ebed Özlemi

Dünya yetmiyor insana.

Davet ediliyoruz. Sınırsız alışverişin tadını çıkarmaya. Sınırsız internet paketi kullanmaya. Sınırsız cep telefonu konuşmalarına. Sınırsız eğlenceye.

Çoğu reklamda kullanılan dil böyle. Ya çağrı şeklinde ya da doğrudan emir kipiyle sürekli bir şeyler yapmamız isteniyor. Bu davete icabet edenler oluyor haliyle. Serde ebede, sonsuzluğa, sınırsızlığa bir iştiyak var zaten. Bu gibi davetleri cazip kılan ve tüketicileri harekete geçiren de bu olsa gerek. Çünkü Dünya yetmiyor insana. Neye eli yetse ondan öte ne var arayışı devam ediyor hep. Bitmelere, sonlu olmaya razı değil gönlü. Ebedi olanı istiyor. Bir ömür kendisine bu duyguyu yaşatacak şeylerin peşinde koşuyor. Yapılan çağrılara dikkat kesiliyor. Sınırsız vurgusuyla yapılan her türlü eylem çağrısı, bu özlemi dindirme iddiası değil mi bir anlamda? Alışverişle, konuşup durmakla, bir”tık”la dünyaya bağlanmakla giderilir mi bu özlem?

Sadece bu dünyaya bakan yapıp etmelerimizden medet ummamız isteniyor bizden.

Sonsuzluğa namzet insanoğlundan. Bu sonlu, bu bitmeye mahkûm dünya hayatını merkeze alacağız, ötelere kör ve sağır bir hayat süreceğiz, birilerinin çizdiği “sınırlar” içinde “sınırsızlığın” tadını çıkaracağız!

Tüketim toplumunun genel karakteristiği bu aslında. Üretim tüketim çarkları sürekli işlemesi gerekiyor. Bu çarkların altında ezilmek ve tüketime aşırı anlamlar yükleyip bir varoluş meselesi haline getirmek gibi tehlikeler söz konusu. Eyvallah. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husus daha var. Bu söylemlerle bir yandan eylemlerimize yön verilirken diğer yandan tasavvurumuzun inşa edilmekte olduğu gerçeği. Dünya, hayat ve sonsuzluk tasavvurumuz.

Dünyaya dair eylemlerimiz üzerinden sınırsızlığa yapılan sürekli vurgu neticesinde, özellikle manevi alt yapıdan mahrum olanlar için, dünya hayatı ve sınırsızlık birlikte düşünülen iki kavram haline gelebiliyor. O zaman Dünya’nın insanın istediği her şeyi sınırsızca yapabileceği bir yer olarak algılanmaya başlamasının önü açılmış olmuyor mu? Hayatın bu dünyadan ibaret, tadı çıkarılması gereken bir mefhum olarak karşımıza çıkmasına da şaşırmamalı öyleyse. Böyle bir dünyada böyle bir hayat algısıyla var olmaya çalışan insan da imtihan şuurundan mahrum, sürekli isteme hakkı olan ama yapıp etmelerinin sorumluluğunu yüklenmekten kaçınan, bencil isteklerini hep önceleyen, hiçbir şekilde sıkıntıya gelemeyen, zorluklarla karşılaştığında hemen havlu atan, isyan eden bir insan tipi olacaktır muhtemelen. 

Kavramlara yüklediğimiz anlamlar değişince, insanda başlayıp topluma sirayet eden bir dizi değişimin yaşanması kaçınılmaz oluyor demek ki. Bunlar elbette bir çırpıda yaşanacak değişimler değil. Her inşa gibi bir süreç halinde işliyor. Hakikat idrak edilemediği müddetçe de oyun ve oyalanma devam edip gidiyor. Ne olur dikkat!

Bir de hakikatin fert fert idrak edilmesi şeklinde yaşanacak değişim imkânından bahsetmek gerek burada. Çünkü mümine karamsarlık değil ümitvar olmak yaraşır. Âlemlerin Rabbi’nden bir ikram, ilahi rehberlik, çağları kuşatan mukaddes hitap bizi ebedi saadet yoluna davete devam ediyor ilk günkü tazeliğiyle. Eğer kulak verirsek ve icabet edersek usulünce daha insanca bir hayat, daha yaşanır bir dünyanın inşası hiç de hayal değil.

Evet. Bir davet daha var insanın varoluşundan beri Yaratıcı’nın toplumlar içinden seçip çıkardığı kutlu elçileri aracılığıyla bize ulaşan.

Davet ediliyoruz. Allah’ın sınırlarını gözetmeye. Haddimizi bilmeye. Hesap verme şuuruyla yaşamaya. Canlı cansız tüm yaratılmışların haklarına riayet etmeye. İnsan olmaya. İnsan kalmaya.

Hangi çağrıya kulak vereceğiz? Hangi yol davetine icabet edeceğiz?

Tercih ettiğimiz yol ya bu dünya esaretimizi perçinleyecek ve bizi hüsrana sürükleyecek. Ya da ebed meltemlerini daha dünya yürüyüşümüz sürerken bize hissettirecek ve ahirinde özleyip durduğumuz saadet yurduna kavuşturacak inşallah.