Nice hayırlı insanlar yaşadı içimizde; iman, kardeşlik, sevgi tohumları ektiler. Bu sevgi elçilerinin içinde Hz. Mevlânâ, İmamı Rabbanî, Abdülkadir Geylanî, Bediüzzaman, Ebu Hanife, İmam Şafii ve daha bu zatlar gibi güzel insanlar, sahabilere ve Peygamber Efendimize (asm) uzanan bir nurlu silsile teşkil ettiler.
Onlar hep sevgi tohumu ektiler, sevgi fidanı yetiştirdiler, sevgi ağacı büyüttüler ve sevgi meyvesi verdiler, sonunda da herkese dağıttılar.
Düşmanının iyi olmasını isteyen, onun kalbinde de sevgi tomurcuklarının açmasını isteyen bir yaklaşım sergilediler.
Onlar yüreklerini hep sevgiye açtılar; kine, düşmanlığa, husumete kapalı tuttular.
Bir adım daha öteye giderek düşmanının da sevgisini kazanma gibi bir nimete ulaştılar.
Böylece onları sadece kendi can dostları değil, kendi vatandaşları, kendi dindaşları, kendi ırkdaşları değil, seslerini duyan herkes kabullendi, takdir etti, kucakladı.
Sevginin bir karakter, bir seciye olduğunu, her zaman yaşanması gereken bir ahlâk güzelliği olduğu gerçeğini aşıladılar.
Yüzyıllar geçti, çağlar değişti, dünyanın şekli şemaili başkalaştı; refah seviyesi, hayat standartları zirveye tırmandı, ama onların öğrettikleri ve hayata getirdikleri prensipler hiç değişmedi.
Savaşların, harplerin, darpların, kavga ve dövüşlerin eksik olmadığı kendi dönemlerinde de, şartlar ne olursa olsun, hayat ne kadar amansız hadiseler içinde bulunursa bulunsun, aynı mesajları vermeye devam ettiler.
Çok şükretmek lazım, onlara da minnet duymak, hep hayırla yâd etmek lazım ki, bu insanların neredeyse çoğu kendi içimizden çıktılar, kendi içimizde yaşadılar, halen kendi içimizde yaşıyorlar.
Bu sevgi elçilerinin içinde Hz. Mevlânâ başta gelir. Sevgiye susamış yaban eller onu duyar duymaz, hemen sevdiler, bağırlarına bastılar, tam kavrayamasalar da anlamaya çalıştılar.
Meselâ Batı’da Hz. Mevlânâ hakkında iki bin adet kitap yazılmış. Yüz binlerce Amerikalı Mevlânâ’mıza merak sarmış. Oysa kendi ülkemizde oysa Mevlânâ hakkında yüz adet kitabı zor bulursunuz.
Hazret-i Mevlânâ’yı bize tanıtan kendi kitabı olan Mesnevî ise de, hatıralarını bize kadar ulaştıran hayırlı halefi ve gerçek halifesi olan oğlu Sultan Veled’dir.
...
Sultan Veled anlatıyor:
Bir gün büyüklerden bir cemaat babama gelmişti. Babam da hararetle anlatıyordu.
Bana: “Bahâuddin, eğer daima Cennette kalmak istersen, herkesle dost ol, yüreğinde hiç kimsenin kinini tutma.” dedi ve sonra şu rubâiyi okudu:
“Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden fazla olma!
“Merhem ve mum gibi ol, iğne gibi olma.
“Eğer hiçbir kimseden sana fenalık gelmesini istemiyorsan;
“Fena konuşan, fena öğreten, fena düşünen birisi olma.”
Gerçek anlamda, ivazsız garazsız sevgiyi yaşamak, taşımak ve aşılamak dünyada iken Cennet saadetini yaşamak gibidir. Hz. Mevlânâ der ki:
“Bir adamı dostlukla anarsan daima sevinç içinde olursun. İşte o sevinç cennetin tâ kendisidir. Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun. İşte bu gam da cehennemin tâ kendisidir.
“Dostları andığın vakit, içindeki bahçe çiçeklenir, gül ve fesleğenlerle dolar. Düşmanları andığın vakit de içine dikenler ve yılanlarla dolar, canın sıkılır, ruhuna bir pejmürdelik gelir.
“Bütün peygamberler ve veliler böyle yaptılar, içlerindeki bu karakteri dışarı vurdular. Halk onların bu güzel huyuna hayran olup tutuldu.”