TR EN

Dil Seçin

Ara

Çöl Ve Ormanın İş Birliğinden Hayat Dersleri

Çöl Ve Ormanın İş Birliğinden Hayat Dersleri

Aralarında 5 bin kilometre mesafe bulunan apayrı iki coğrafya: Amazon yağmur ormanları ve Büyük Sahra çölü. 

Bu iki bölgeyi birbirinden bağımsız olarak ele aldığımızda ilk aklımıza gelenler şunlar:

Amazon yağmur ormanları… Dünyamızın akciğerleri. Yeryüzünde yaşayan farklı canlı türlerinin neredeyse yarısını barındıran bölge. Müthiş bir biyolojik çeşitlilik. Atmosferdeki karbondioksit dengesinin korunmasında çok önemli bir unsur. Ekolojik sistem, yani canlıların birbiriyle ve çevreyle olan ilişkileri bakımından son derece değerli devasa bir yeşil alan.

Sahra çölü… Dünyanın en büyük sıcak çölü. Afrika’nın kuzeyinde 9 bin kilometrekare yer kaplayan devasa kumluk alan. Hemen hiç yağış almayan, günlük ve yıllık sıcaklık farkları oldukça yüksek, bitki örtüsü son derece az, sınırlı sayıda canlı türünün yaşadığı kavurucu bir coğrafya.

Ancak bu iki farklı bölge aralarındaki mesafeye rağmen birbirinden pek de bağımsız değil. Dünyanın akciğerleri olan o yemyeşil dev ormanlık alanlar Sahra Çölü’nün tozlarıyla doğal yoldan gübreleniyorlar. İlk bakışta doğru düzgün hayat veya canlılık emaresine rastlayamadığımız kavurucu çöl bölgesinden tüm dünyadaki hayat dengelerinin korunmasında son derece önemli vazife gören alanlara adeta hayat taşınıyor.

Nasıl mı? Yağışsızlık ve bitki örtüsünün azlığı nedeniyle mineral besinler açısından çok zengin olan çöl toprağı, tam da yoğun bitki örtüsü nedeniyle mineral bakımından fakirleşen Amazon ormanlarının ihtiyaç duyduğu besinleri ihtiva etmekte. Yılda ortalama 182 milyon ton toz, atmosferik yolla Sahra’dan Amazon’a taşınıyor. Bunun 22 bin tonunu oluşturan fosforun ise sürekli yağış alan Amazon ormanlarının bir yılda erozyonla kaybettiği fosfor miktarına neredeyse eşdeğer bir miktarı teşkil etmesi de ayrıca dikkat çekici. Bu şekilde doğal gübreleme sağlanıyor. Yani Sahra’nın besin açısından zengin kumları sayesinde Amazon ormanlarında yemyeşil ağaçlar hayat buluyor ve yeryüzünde hayatın devamlılığına hizmet edebiliyorlar.

Yeryüzünde kurulan mükemmel sistemle, Afrika kıtasından Amazon ormanlarına taşınan toz bulutları uzaydan böyle görünüyor.

Bu olup bitenler bize bir şeyler anlatmalı. Düşünen, akleden varlıklar olarak bize ulaşan bu bilgilerden payımıza düşen bir hisse olmalı. Ancak hızla akan hayat ve internet sayesinde kolayca ulaşılan onca bilgi akışı bize, insan ve hayat üzerine düşünme imkânı tanımıyor adeta. Hayat da bilgi de gözlerimizin önünde akıp gidiyor. Buna çabuk unutmalarımızı ekleyin. Bir de hayatın yaşanmaktan daha çok başkalarını seyretme ve kendini seyrettirme alanı haline getirilmesini. Oysa hayat anlamlı bir bütün. Anlaşılması noktasında bütüncül bakmak ve parçalar arasındaki bağı kurmak önemli.

Yemyeşil hayat alanları olan Amazon yağmur ormanlarının Sahra çölünün kumları vasıtasıyla besleniyor olması üzerine düşünceler, ülkelerindeki savaş nedeniyle evini barkını geride bırakıp başka ülkelere sığınmak zorunda kalan mazlum insanları hatırıma getirdi. Bir de annesinin eline tutuşturduğu çantayı güç bela taşıyıp toz toprak içinde bir başına komşu ülke sınırını geçen henüz dört yaşındaki savaş mağduru çocuğu. Biz okul çantalarının ağırlığından şikâyetle çocuklarımıza kıyamaz üzülürken, büyüklerin hırsları nedeniyle alt üst olan hayatın yükünü sırtlayıp adeta fotoğraf karesine öylece yansıyan küçük insanı… Ve yük olurlar, sorun olurlar endişeleriyle kabul edilmeyip yollarda kalan veya kabul edildikleri mülteci kamplarında zor şartlar altında hayata tutunmaya çalışan nice insanı…

Hayatı ekonomi merkezli gören, insanları da üretim tüketim dişlilerinden ibaret sayan bir hayat algısının maalesef bizi düşürdüğü bir yanılgının içinde olduğumuzu düşünüyorum. İnsanın, üretim süreçlerinde yer almadığı, para kazanıp tüketim mekanizmalarının işlemesine katkıda bulunmadığı takdirde, insan olmaktan önce “ekonomik yük” olarak değerlendirilmesi gibi bir bakış açısının bizi getirdiği nokta bu.

Hayatı kadim medeniyet kodlarımızdan hareketle okumayı bırakılı, daha bencil, daha hırslı, çok çabuk ötekileştiren ve kendimize reva görmediğimizi başkaları için düşünebilen, isteyebilen insanlar haline geldiğimizin farkında mıyız? Mesela “Siz ancak içinizdeki güçsüzler sayesinde yardım görüyor ve rızıklandırılıyorsunuz” ve “Süt emen bebekler, beli bükülmüş yaşlılar ve otlayan hayvanlar olmasaydı üzerinize azap sel gibi gelirdi” şeklinde bize ulaşan prensipler ışığında şekillenen hayat tasavvurumuz bize maddi kaygılardan bağımsız olarak mazlumlara, ihtiyaç sahiplerine sahip çıkmayı salık vermekte. Çağımızın tüketim toplumu kriterleri dâhilinde yük veya sorun addedilebilecek kesimlerinden bahisle bize bir şeyler söylemekte.

Küreselleşen ve değişim rüzgârlarının dinmediği, taşların bir türlü yerine oturmadığı zor bir coğrafyada ülkemizin bölge mazlumlarına kucak açma, el uzatma, yaralarına merhem olma çabalarının bu minvalde değerlendirilmesi bizi farklı bir duruş ve tutuma sevk edecektir şüphesiz. Her şeyden önce insan olma sorumluluğumuz bunu gerektiriyor. Bu şefkat ve merhamet teşebbüslerine karşılık edilen dualar bir yana, sözle ifade edilmese bile mazlumların lisan-ı hâl ile izhar ettikleri şükran hisleri ve yaralı yüreklere kondurulan sevinçler, şu zor zamanda nice bilinmeyen belalara kalkan olmaktadır belki de, kim bilir? Maddiyat dünyasında yoğrulanlar için belki anlaşılması zor şeyler bunlar ama hayat ekonomik ilişkilerden, kâr zarar hesaplarından ve istatistik bilgilerden ibaret değil ki.

Merhum şair Abdurrahim Karakoç, “Bu hududu kimler çizmiş gönlüme. / Dar geliyor, dar geliyor kardeşim” diyor. Birilerinin, zamanında sırf kendi menfaatlerini gözeterek ellerine cetvel alıp yeryüzünü özellikle yakın coğrafyamızı sınırlarla böldüğünü biliyoruz. İnsanlar arasına sınırlar çekilmiş olabilir ama, insanlık sınır tanımaz. Gönül coğrafyasında sevgi, şefkat, merhamet, dostluk ve dayanışma duygularıyla hareket edenler birbirini bulur, birbirine derman olur. Yardım eli uzatan mı, yardım eli uzatılan mı vesiledir hayır ve berekete bilinmez. Ancak şunu herkes takdir edecektir ki, hayat birbirine tutunup birlikte ayağa kalkınca güzel.