TR EN

Dil Seçin

Ara

İlahi Sanatın Dahi Öğrencisi: Da Vinci

Sanat ya da bilim tarihleri, Miladi 1453 yılına kadarki süreyi, Avrupa’nın ortaçağ denilen en karanlık devrini, dünya tarihinin de genel bir durumu gibi servis ederler. Düşünür ve bilim adamlarını yargılayan, hastaları içine şeytan girmiş diye yakan, cadı avı olarak bilinen üstün ve farklı özelliklere sahip insanları ve bilhassa kadınları yakalayıp ateşe atan vahşi bir devirdir bu.

Oysa aynı periyotta Hz. Peygamber (asm) getirdiği nurla insanlığı karanlıklardan çıkarmış ve cihana yeni bir medeniyet güneşi hediye getirmişti. Emeviler, Abbasiler, Gazneliler, Eyyubiler, Selçuklular ve medeniyetin zirvesine çıkan ihtişamlı Osmanlı Devleti. 1453’te Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethi ile Batı’nın ortaçağını da karanlığa gömerek Avrupa’ya da aydınlık bir dünyanın başlangıcını, Rönesansı hediye etmiş oluyordu.

Da Vinci işte tam da böyle bir dönemin ortasında yaşadı. Hayatı Papa ve Mediciler gibi büyük sponsorlara hizmetle geçen bu vefakâr sanatçı, taşını büyük oynamış ve İstanbul’daki Haliç için tasarladığı bir köprü projesini Osmanlı Sultanına göndermişti.

Hangi sebeple yapılmadığını bilmiyoruz ancak bugünlerde Haliç üzerine bu köprünün bir örneğinin yapılması düşünülüyor. O günün şartlarında İtalya ile Osmanlı arasında ticarette olduğu gibi bilim ve sanatta da yoğun bir alışveriş vardı.

İstanbul’a gelen Bellini gibi ünlü İtalyan ressamlar Fatih’in portrelerini yapmışlardı. Yine Fatih’in gül koklayan portresini yapan Nakkaş Sinan Paşa gibi bazı Osmanlı sanatçılarının da İtalya’ya gittikleri bugün internet sayesinde çocukların bile bildikleri sıradan bir bilgi olmuştur.

Da Vinci kendisinden geriye yüzlerce resim ve çizim bırakması yanısıra “Da Vincinin Defterleri” olarak çeşitli müze ve kütüphanelerde saklanan binlerce sayfa bilim ve sanat yazıları bırakmıştır. Müzisyen ve mühendis özelliklerini de yansıtan bu defterlerde Da Vinci, sanat hakkında görüş ve düşüncelerini de sunmuştur.

Talihsizliğe bakın ki, biz yüzlerce eseri bize miras bırakan Mimar Sinan’ın notlarını ve defterlerini hâlâ bilemiyoruz. Bazı kaynaklarda “Risalet-ül Elvan” olarak geçen bu hazinelerin gün yüzüne çıkması elbette çok uzak değildir.

“Göz ruhun penceresidir.” diyen Da Vinci’nin “Sanatçı, tabiatın öğrencisi olmalıdır.” sözü de sanat eğitiminde tabiattaki ilahi sanatın iyi incelenmesi mesajını veriyor. Yine aynı yüzyılda yaşayan ünlü Alman ressamı Albrecht Dürer de “Sanat doğada gizlidir, onu keşfedenler gerçek sanatkâr olurlar.” sözü tabiattaki ilahi sanata dikkat çekmektedir.

Osmanlı son döneminde sanat ile ilgili görüşleri yansıtan Bediüzzaman’ın Muhakemat adlı eserinde “Sanat-ı hayaliyyesiyle tabiata şakirdlik (öğrencilik) yapmak gerektir. Ta ki tabiatın kavanini (plastik elemanlar) onun sanatına inikas edebilsin (yansısın).” sözü, Da Vinci’nin o sözünü o günün diliyle ne güzel ifade etmiş.

Yaptığı anatomi incelemeleriyle insan vücudundaki harika sanatı inceleyen ve eserlerinde yorumlayan sanatçının anatomi çalışmaları, Papa’nın kadavra yasağı yüzünden sekteye uğramış. Ama o, ilahi sanata hayranlık duyarak araştırmaktan asla vazgeçmemiştir. Kendisi ve eserleri hakkında bilhassa Mona Lisa tablosu hakkında yapılan spekülasyonlar onun sanatından çok gizemli biri hale getirilmesine sebep olmuştur.

Bugünün insanlarını hayran bırakan mühendislik harikası makinalar, helikopter ve tank gibi tasarımlar yapmasına rağmen, son sözleri “Çalışmalarım olması gereken kaliteye erişmediği için Allah’a ve insanlığa karşı görevimi iyi yapamadım.” olmuştur.