TR EN

Dil Seçin

Ara

Pieter Brueghel Resimlerinde Ortaçağ Vahşeti

Pieter Brueghel Resimlerinde Ortaçağ Vahşeti

Fatih Sultan Mehmet 1453’te İstanbul’u fethettiği zaman, Doğu Roma İmparatorluğu olarak adlandırılan Bizans Devleti de fiilen sona ermişti. Bu aynı zamanda M.S. 1. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar süren karanlık çağ denilen Ortaçağ’ın sonu ve Rönesans (yeniden doğuş) adı verilen yeni bir çağın başlangıcıydı.

Hz. Peygamberin cihana teşrif ettiği 6. yüzyıldan itibaren Abbasiler, Emeviler, Gazneliler, Eyyubiler, Selçuklular ve Osmanlılar gibi devletlerle parlak ve aydınlık bir çağ yaşayan Asya ve Afrikaya karşın ortaçağ aslında Avrupa için karanlık bir çağdı. İnsanların düşünce ve inançlarının farklılığından dolayı Engisizyon mahkemelerinde yargılandığı, kadınların cadı diye yakıldığı ve psikiyatrik hastaların içine şeytan girmiş diye işkence ile öldürüldükleri bu çağ bilim ve sanatta da en kısır dönemlerini yaşamıştı. Tarihçiler bütün suçu kiliseye vermekle birlikte Avrupanın Hıristiyanlık öncesi Pagan geleneklerinin de payı az değildi. Örneğin cadı avı veya cadılar bayramı bir Pagan adetiydi. Bugün ancak filmlerde fragman olarak rastladığımız bu vahşetin en iyi örneklerinden biri Jan Dark’tır.

Yüzyıl Savaşları sırasında İngiltere’ye karşı ülkesi Fransa’ya manevi anlamda büyük destek olan ve sonradan ünü Fransa’nın dört bir yanına yayılmış bu Fransız kızı savaşçı ve zeki tavırlarıyla ortaçağ kadın tipine aykırı olduğundan, içindeki şeytandan arındırılmak için 19 yaşında Ünlü Rouen katedrali önünde yargılanıp halkın gözü önünde törenle yakılmıştır. Mahkeme kayıtları Fransız kütüphanesinde saklanan Jan Dark, bundan 490 yıl sonra aynı kilise tarafından azize ilan edilmiştir.

Pieter Brueghel 1525-1569 yılları arasında yaşamış Hollandalı bir ressamdır. Rönesans döneminde ressamların Yunan sanatını kendine rehber edinen mitolojik konularından ve soyluların resimlerinden ziyade sıradan halkın, zavallı kötürümlerin, körlerin, dilencilerin ve köylülerin yaşamlarının resimlerini yapmakla tanınmıştır.

O dönemde İspanyol lejyonerlerin kontrolünde olan Hollanda, Katolik, Protestan, Lutheryan, Anglikan, Kalvinist gibi faklı mezheplerin de yayılmasıyla tam bir kaosa dönüşmüş ve seksen yıl savaşları sonunda Katolik ve Protestan Hollanda olarak ikiye bölünmüştür.

Pieter Brueghel resimlerinde yaşadığı ve gördüğü şehirlerde şahit olduğu pekçok gündelik olaylar içinde dönemin İspanyol lejyonerleri tarafından uygulanan infazları da tasvir etmiştir. Genellikle farklı inanç ve düşüncelere karşı uygulanan tekerleğe bağlanarak bir direk üzerinde kargalara yem olmak, çarmığa gerilmek, canlı canlı gömülmek ve yakılmak gibi cezalar, aynı zamanda suçlulara veya bazı hastalara, bilhasasa akıl ve ruh hastalarına da uygulanmaktaydı.

Pieter Brueghel’in Calvary Alayı olarak bilinen ve Viyana’da sanat tarihi müzesinde sergilenen tablosu, yüzelliden fazla insan figürü yer alan, bu döneme ait pekçok detayı tasvir eden bir belgesel niteliğindedir. Sanat tarihçilerinin Hz. İsa’nın çarmığa gerilmesinin Avrupa’da canlandırılması olarak yorumladıkları bu tablo, aslında üzerindeki kalabalığın detayları içerisinde dönemine ait çok fazla fragmanlar barındırmaktadır. Göstergebilim açısından ele alındığında ressamın bu resimde, kendi dönemindeki vahşete, İspanyol askerler tarafından yapılan zulüm ve infazları bir karnaval havasında izleyen halka ve insanlık dışı pekçok uygulamaya protest bir yaklaşım sergilediği görülebilir.

Polonyalı yönetmen Lech Majevsky’nin 2011 de çektiği The Mill and Cross filmi ile bu tabloyu görsel bir şova dönüştürmüştür. Bruegel resimlerindeki detaylardan yola çıkarak dönemin yaşantısı, kıyafetleri, içler acısı ev hayatı, çocukların sokak oyunları ve en önemlisi engisizyon cezalarını içeren ortaçağ vahşetini canlandırmıştır. Film genellikle Bruegel’in Calvary alayı tablosunu fon olarak kullanmakta ve zaman zaman sahneyi dondurarak resmin orjinalinde de yer alan ressamı konuşturmaktadır.

Aslında bütün sanat eserlerinde tasvir edilen ve konuşulanlar, sanatçının kendi duygu ve düşüncelerinin dışavurumu değilmi?