TR EN

Dil Seçin

Ara

Güzel Ve Çirkin / Hayatın İçinden

Güzel Ve Çirkin / Hayatın İçinden

İkiz kızlar doğduğunda ailesi âdeta bayram yapmış. Kız çocuklar farklıymış onlar için, bereket kaynağıymış. İlk yıllarda ikisi de son derece tatlı ve şirin görünse de, yaşları ilerledikçe aralarında bir takım farklılıklar belirmiş. Özellikle genç kızlık döneminde… Esasında onlara dikkatle bakanlar, kardeş olduklarını hemen anlıyormuş. Boyları birbirine çok yakınmış, kiloları da öyle… Hatta saç renkleri bile tamamen aynı imiş. Fakat biri sanki dünya güzeli iken, diğeri o açıdan kısmetsizmiş. Bir Allah’ın kulu bakmıyormuş yüzüne, belki sivilcelerinden dolayı. Oysa ikiz kardeşinin cildi ipek gibiymiş. Tek bir pürüz bile bulunmuyormuş. İkisi de yeşil gözlü sayılmasına rağmen, kendisinde biraz şehlalık varmış. Hatta ‘şaşılık’ demek daha doğru…

Yakınları güzel kıza ‘büyük kız’ diyorlarmış, sadece üç dakika önce doğduğundan. Fakat bu söz diğerinin aklına yatmıyormuş. Zira bütün masallarda küçük kızın güzelliği, zekâsı ve aklı anlatılıp dururmuş. Bir de kral kızı ise gerisi belli… Ülkenin tüm prensleri peşinden koşsa bile, bazen şanslı bir çobanmış ona kavuşan, sevdiğini ‘sonsuza kadar’ mutlu eden.

Ama şimdi küçük kıza değil bir çoban, belki onun koyunları bile bakmazmış.

Yaşları 18’e geldiğinde, güzel kızın etrafında büyük bir hayran kitlesi oluşmaya başlamış. Her gün başka bir çocukla gezip duruyormuş kız. Diskotekler, plajlar, yaş günleri… Say sayabildiğince…

Küçük kız koyu bir yalnızlığa gömüldüğünde, önce ailesine sığınmak istemiş. Dertlerini onlara açmayı düşünmüş. Annesiyle babasına sımsıkı sarılmayı, pek sevgi görmese bile sevgisini anlatmaya çalışmış. Babası iş adamıymış, bir şehirden başka şehre ya da başka bir ülkeye koşuşup duran… Annesine gelince: Hanım arkadaşlarıyla bir oraya bir buraya gün boyu gezen, aklına estiği zaman evine dönen…

Küçük kızın yalnızlığı canına tak edince, yıllar önce vefat eden nur yüzlü anneannesinin kendi eliyle diktiği çeyizlik seccadesine atmış kendini, derdine derman bulduğunu fark ederek… O günden sonra, gözyaşlarıyla ıslanan seccadesinden asla ayrılmamış. Güzel kızsa ne yazık ki ruhunu gitgide boğan, kalbini karartan uğursuz mekânlardan, birbirinden kötü arkadaşlardan…

Aradan on yıl geçmiş, sanki on saat gibi. Daha sonra asırlar birbirini kovalarken, yaşlı dünya üstündekileri silip süpürmüş. Nihayet kendisi süpürülmüş çöp gibi, ‘kıyamet’ denilen o müthiş fırtınayla… Ne ‘güzel’ kalmış ortada ne de ‘çirkin’ denenler, ne çocuklar ne de 90’lık ihtiyarlar…

Güzel kıza âşık olan gençlerden biri, haşir ve mizandan sonra cezasını tamamlayıp cennete gönderilmiş. Ve sevdiğini aceleyle aramaya koyulmuş. Cennetin güzelliğinden kalbi neredeyse duracak gibi olsa bile, ilk gördüğü meleğin yanına koşarak, dayanılmaz arzusunu ona arz etmiş. Dünyadaki sevgilisi o kadar güzelmiş ki, milyonlarca kişi arasında onu rastlasa, çok uzaktan bile zorlanmadan tanırmış. Buna rağmen kızı tarif etmiş meleğe, saç renginden göz rengine kadar elbette, boyunu posunu özenerek anlatmış ona.

Melek, duyduğu sözlere gülümseyerek:

“Anlaşılan sen güzel görmemişsin.” demiş. “Dünyadaki güzellikler bir gülün ömründen uzun değildir. Cenneti kazananlar, dünyadaki görüntüsüne benzese de, inanılmaz derecede güzelleşirler. O güzellik dünya güzelliğiyle kıyaslanmaz. Ama hiç merak etme! Allah’ın izniyle buluruz sevdiğini.”

Melek gerekli bilgiyi aldıktan sonra, o genci ışık hızıyla cennetin başka bir köşesine uçurmuş. Ve ırmak başında oturan birini gösterince, diğeri âdeta kendisinden geçerek:

“İşte o!” demiş. “Canımı feda etmeye hazır olduğum kız bu!”

Melek sessizce ayrılıp uzaklaşınca, delikanlı heyecandan titremeye başlamış, nefesi de dünya hastaları gibi daralmış. Allah’tan ki ‘ölmek’ diye bir şey yokmuş burada, aksi halde kalbi bu güzelliğe dayanmazmış.

Cesaretini toplayıp biraz yanaştığında, kız da ona bakıp tebessüm etmiş ama, hepsi o kadar…

Delikanlı daha fazla sabredemeyip:

“Beni tanıyamadın herhalde!” diye atılmış. “Ben senin dünyadaki sevgilinim. Seninle az mı gezdik tenhalarda, az mı yüzdük tertemiz kumsallarda. Hatta senin kardeşini de tanıyorum. Sana biraz benzese de güzel değildi. Gözleri şaşı, burnu kemerliydi. Saçları da süpürge tellerini andırırdı. Bu yüzden de herhalde seni kıskanırdı. Ama sen öyle misin? Şu andaki güzelliğin eminim ki hurilerde bile bulunmaz.”

Kız mahcup bir ifadeyle delikanlıya bakmış. Gözleri elbette yine yeşilmiş ama, zümrütler onun yanında sönük kalırmış. Yüzünden yansıyan nursa ayın on dördünden daha parlak görünüyormuş. Tekrar pınar başına doğru yönelirken, gencin içini eriten başka bir tebessümle:

“Ben sevdiğiniz kızın kardeşiyim.” demiş. “Dünyada kısa bir süre güzel görünmesem de, Allah bana Cennet güzelliği lütfetti. Belki iman ve ibadet buna vesile oldu. Kız kardeşim ne yazık ki ‘güzellik’ denilen şeyi ebediyen kaybetti. Onu çok arasam bile buralarda bir türlü bulamadım.”