TR EN

Dil Seçin

Ara

Kul Hakkının Sosyal Boyutu

Kul Hakkının Sosyal Boyutu

Maddenin ön plana çıktığı, menfaat kavgalarının hep maddede yoğunlaştığı bu dehşetli asırda, “kul hakkı” denilince de öncelikle kişinin malına ve bedenine verilen zararlar hatıra geliyor. Halbuki, kul hakkının en geniş ve en önemli boyutu onun manevî hukukunda kendini gösterir.

Bir adamın elbisesini bıçakla çizip parçalamakla, yüzünü çizip yaralamak arasında ne kadar büyük fark varsa, ondan çok daha ileri bir fark, bedene verilen zararla ruha verilen zarar arasında söz konusudur.

Ruhun hukuku denilince önce kalbin ve aklın, daha sonra his dünyasının hukuku anlaşılır.

Bilindiği gibi; kalb, iman mahallidir, akıl ise ruhun düşünme ve anlama aletidir. Bir insanın kalbine bâtıl inançları sokmaya, yahut onu inançsız yapmaya yönelik her türlü gayret, kul hakkına en büyük tecavüz ve o kula yapılan en büyük zulümdür. Ve kalplerin “iman etme hakkını” çiğnemektir.

Aynı şekilde, insanların zihinlerini bulandıran, akıllarını yanlışa sürükleyen her türlü telkin ve propagandalar da insan aklını yaralayan en tehlikeli saldırılardır. Ve akılların “doğru düşünme hakkını” çiğnemektir.

Kulun ahlâkını tahrip edip onu hayvandan daha aşağı bir dereceye düşürmek de ona yapılan büyük bir haksızlıktır. Ve “his dünyasının istikamet üzere çalışma hakkını” çiğnemektir.

Birkaç kuruş fazla kazanma hevesiyle, televizyon reklamlarında ya da ilan panolarında müstehcen görüntüler ve resimler sergileyen bir iş adamı, onu seyredenlerin gözlerini haramda dolaştırıyor ve ruhlarını yaralayıp kalplerini kanatıyor. “Sebep olan işleyen gibidir” hükmünce, onların kazandığı günahın bir katı da o reklam sahibinin amel bilançosunun pasif kısmına yazılıyor.

Bu adamın, hayatının hesabını vereceği o dehşetli mahşer meydanında ve o hassas mizan safhasında uğrayacağı o büyük zararı, bu kısa dünya hayatının hangi menfaati karşılayabilir!?..

Keza, başka gençlerin dikkatini çekmek üzere gayr-ı ahlâki bir kıyafetle sokağa çıkan bir gencimiz de akşama kadar, kul hakkına çok önemli zararlar vererek dolaşıyor ve evine döndüğünde çok kabarık bir günah listesini de beraberinde getiriyor. Oysa kulların ahlâk binalarına verdiği bunca zarara karşılık, egoist hevesini ve hayvanî hislerini kısa bir süre tatminin ötesinde kazandığı dünyevî bir menfaat de söz konusu değil.

***

His dünyasının hukuku, “korkutmak, endişe ettirmek, heyecanlandırmak, kıskandırmak, minnet etmek, küçümsemek, iğrendirmek” gibi birçok alt şubelere ayrılır.

Küçük gibi görünen bu sonuncu şube üzerinde kısaca duralım:

Kullandığımız lavaboyu temiz bırakmayıp bir sonraki kişiyi iğrendirmek de kul hakkına girer…

Burada bir hatıramı nakletmek isterim.

Lavaboları temiz tutma konusunda çeşitli yazılar yazılıyor, farklı levhalar asılıyor, yasak tehditleri yapılıyor. İnsan nefsi, bunların çoğunu, dudak bükercesine geçiştiriyor, dikkate almıyor. Hatta, bazen kızarak aksini yaptığı da oluyor.

Ancak, bunlardan birisi müstesna: Doğrudan vicdana yapılan hitap.

Bir seyahatimde rastladığım bir levha, insanın vicdanına sesleniyor ve insanlık duygularını harekete geçiriyordu. Lavabonun tam üstüne şu levha konulmuştu:

“Bunu temizleyen de insan.”

İşte o temizlik görevlisini iğrendirmeye de hakkımız olmadığını, bunun da kul hakkının bir başka boyutu olduğunu bu levha çok güzel ders veriyordu.

Yoldaki bir taşı kaldırmayı sadaka sayan dinimiz, o taşı bilerek koyan kişinin de kul hakkına bir nevi hürmetsizlik ettiğini ders vermiş oluyor.

***

Kul hakkının çiğnenmesine, en fazla, aile hayatında şahit oluruz.  

Aile fertlerine baskı uygulamak, tahakküm ve minnet etmek, en küçük bir hatalarına on kat fazlasıyla ceza vermek onların ruhlarını rencide eder; hürmet hislerini zayıflatır ve zamanla akamete uğratır.

Minnet etmeyi reddeden bir ayet-i kerime:

“Güzel bir söz ve (bir kusuru) bağışlama, peşinden gönül kırma gelen (arkasına eza takılacak) bir sadakadan daha hayırlıdır.” (Bakara Sûresi, 263)

Yaptığımız nakdî yahut aynî yardımla, bir fakirin maddî ihtiyaçlarını karşılarken, ona minnet ettiğimizde hissini rencide eder, kalbini kırar ve ruhuna zarar veririz. Verdiğimiz bu zarar ise sağladığımız o menfaatten çok daha büyük olur.

Bir babanın da, çocuklarına ve hanımına yaptığı her türlü yardım, onun için bir sadaka hükmüne geçer. Madde mânâya galip geldiği için de, bu yardımlarda en büyük kazancı o aile reisinin kendisi elde etmiş olur. Bu kazancı, minnet ve tahakkümle zedelemek, yahut mahvetmek akıl kârı değildir.

***

Şu Peygamber kelamı, kul hakkına tecavüzün ne kadar büyük bir cürüm olduğunun en güzel göstergesidir:

“Nasıl ateş odunu yer bitirir; gıybet dahi amel-i salihayı yer bitirir.”

Gıybeti yapılan kişi her şeyden önce bir kuldur, Allah’ın eseri, onun mülkü, onun misafiridir. Ve Allah, bu kulunun kötülenmesine razı değildir.

Namaza başlarken, “Allah rızası için…” diye niyet eden bir kul, Rabbinin razı olmadığı hallerden, sözlerden ve hareketlerden de hassasiyetle kaçınmalıdır. Çünkü, bunlara Allah’ın rızası yoktur.

Salih amel, manevî kâr elde etmektir, takva ise onu korumak, muhafaza etmek. Takva içinde, gıybetten sakınmanın özel bir yeri olduğunu bu hadis-i şeriften ders alan bir mümin, salih amel işlemede gösterdiği hassasiyeti aynen onları korumada da göstermeli ve kul hakkına büyük bir tecavüz olan gıybetten ve diğer zarar verici hallerden dikkatle sakınmalıdır.