TR EN

Dil Seçin

Ara

Geleneksel Sanatlarımızdan Ebru Sanatı

Geleneksel Sanatlarımızdan Ebru Sanatı

Geleneksel sanatlarımızın çok dalları ve çeşitleri vardır. Hat sanatı, tezhib sanatı, minyatür sanatı, çini sanatı ve ebru sanatı bunların önde gelenleridir.

Kelime anlamı Çağatayca Ebri (damarlı kâğıt) veya Farsça Ab-ru (su yüzü) kelimelerinden geldiği varsayılır. Araplar Varak-ül mücezza (damarlı kâğıt), Avrupalılar Turkish Marbled Paper (Türk mermer kâğıdı) olarak adlandırırlar.

 

Geleneksel sanatın kökleri

Temelleri milattan binlerce yıl öncesine, Orta Asya ve Orta Doğu’ya dayanan bu sanatların, tarihi başlangıcı tam olarak tespit edilememektedir. Uygur, Selçuklu ve Osmanlı gibi büyük medeniyetlerden kalan pekçok eser, bu sanatların gelişimine dair bizleri aydınlatmaktadır. Tabii ki Büyük Selçuklu Devletinin bugünkü İran, Irak, Suriye gibi Ortadoğu ülkelerini ve Azerbeycan gibi Türkî devletleri de kapsadığını düşünürsek, bu sanatların gelişiminde geniş bir coğrafyanın, sanat ve medeniyet başkentlerinin payı olduğunu düşünmeliyiz. Hatta Çin ve Hindistan gibi kadim kültürlerin de bu sanatların başlangıç ve gelişimlerinde payları olduğunu kabul etmek gerekir.

İslam’da tasvir yasağı olduğu için İslam ülkelerinin sanatlarında, daha çok soyut unsurlar taşıyan Minyatür, Hat, Tezhib ve Ebru sanatlarının geliştiği iddiası çok gerçekçi bir yaklaşım değildir. Çünkü bu sanatların gelişimi İslam’dan öncesine ve Orta Asya’ya dayanmaktadır. Ancak Orta Doğu’da da Mısır, Sümer, Babil, Akad, Asur gibi büyük medeniyetler kurulduğu ve benzer sanatlar ortaya koyduklarını görmekteyiz. Orta Asya ve Orta Doğu medeniyetlerinin birbirleri ile etkileşim içinde oldukları da muhakkaktır.

 

İslam’ın sanata katkıları

İslam’dan sonra bu sanatların gelişimini ise İslam dininin ruh terbiyesine, estetiğine ve gönül dünyasına getirdiği inceliklere bağlamak daha doğru bir yaklaşım olur. Bediüzzaman’ın tabiriyle, “Her cemal (güzellik) ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrıyla” sanat, ruhun manevî güzelliğinin yansımasıdır. Sanat; Esma-i Hüsna’nın (Allah’ın güzel isimlerinin) tecellisi ve tabiattaki ilahî sanatı tefekkürdür. Bu gibi İslam estetiğinin öğretileri, Türk-İslam sanatların gelişimi üzerine etkisini de gösterir.

Geleneksel Türk ve İslam Sanatları olarak tanımlanan bu sanatların hemen hepsinde, birlik, ilahî iradenin yansımasına teslimiyet, özgün ve biricik olmak gibi özellikler ön plana çıkmaktadır.

Bu sanatlarda sanatçı, tasavvufî bir ruh terbiyesiyle incelik ve letafet kazanır. Uzun bir eğitim sürecinden sonra icazet (diploma) alır. Sanatçının tesadüfe yer bırakmayan kaderî bir teslimiyetle ortaya koyduğu sanat eseri, İlahi birliğin bir aynası olarak kabul edilir.

Orjinal olarak ortaya koyulan her eser yenidir ve tektir. İlahi birliğin yansıması olan bu benzersizlik, biriciklik olarak tanımlanabilir.

 

Her eser biriciktir

Ebru sanatının bu sanatlar içindeki özelliği, spontane bir şekilde ortaya koyulan çalışmaların herbirinin benzersiz ve tek olmasıdır. Tesadüfen ortaya çıkmış gibi görülen herbir şekil, aslında ilahî iradenin tasvir ettiği biriciklik olarak tanımlanır. Ebruzen adı verilen ebru sanatçısı, ruhunun manevi terennümlerinin titreşimlerini yansıttığı ebru teknesine, ilahî bir huşu içinde ve bir ibadet vecdi ile yaklaşır.

Meşhur Japon Dr. Emoto deneyinde olduğu gibi, ebru sanatında da suyun bizim ruh haletimizden etkilendiğine inanılır. Dr. Emoto donmakta olan suya söylenen iyi ya da kötü sözlerden, buz kristallerinin nasıl etkilendiklerini incelemiştir.

Ebru sanatı; yoğunlaştırılmış su üzerine, boyaların damlatılması ve bir kâğıda aktarılmasıyla yapılır. Suyun yoğunluğunu artırmak için geven bitkisinin kökünden elde edilen kitre veya deniz yosunlarından elde edilen denizkadayıfı kullanılır. Toprak boyaların ebru teknesi üzerinde açılması için de içine sığır ödü damlatılır. Boyaları serpmek için gül dalı ve at kılı ile yapılmış fırçalar, ebruyu şekillendirmek için biz adı verilen sivri uçlu aletler ve iğnelerden yapılmış taraklar kullanılır.

 

Mütevazi sanatkârlar

Osmanlı devletinin İslam sanatlarının hepsinde zirveye çıktığını görürüz. Mimaride Mimar Sinan gibi bir dahiyi çıkardığı gibi, herbir sanat dalında da büyük pekçok sanat adamını meyve vermiştir. Ancak pekçok sanat dalında yetiştirdiği sanatkârlar tevazu düsturu ile imza atmamışlardır. Ortaya koydukları eserler ve sanat anlayışlarını yansıtan risale ve kitapları da, hâlâ eski kütüphanelerin tozlu raflarından veya müzelerin rutubetli depolarından çıkarılamamıştır.

Bugün, Ebru sanatının üstadlarından çok azını bilmekteyiz. 1700’lü yıllarda yaşamış Süleymaniye Hatibi ve Hatip Ebrusu adıyla bilinen meşhur bir tarzın da üstadı olan Hatip  Mehmet Efendi, Hazerfen lâkabı ile tanınan 1800’lü yıllarda yaşamış dahi bir fen ve sanat adamı olan Özbekler tekkesi şeyhi İbrahim Edhem Efendi, 19. yy. sonlarında doğup 20. yüzyıla köprü olan Necmeddin Okyay ve Mustafa Düzgünman gibi sanatkârlar, bu sanatı en güzel bir şekilde günümüze ulaştırmayı ve yaşatmayı başarmışlardır.

Bugün bu kadar zengin bir hazine üzerinde oturan ve değerini de bilmeyen, ithal ettiği kısır tohumlar ile hormonlu değerler üretimini kültür zanneden, mirasyedi bir neslin fakirliği, aslında çarpıcı bir tezadı ortaya koymaktadır.