Mizofobinin “kirlenme korkusu” olduğundan geçen sayımızda bir parça bahsetmiştik. Bu yazımızda da bu rahatsızlıktan muzdarip olan tarihî bir kişilikten söz edeceğiz. Olayı bize Reşat Ekrem Koçu, Peçevî tarihinden nakletmektedir.
Anlatıldığına göre; Kanunî Sultan Süleyman döneminin kibar ulema ve meşayihinden Ebu Said Efendi diye bir zat vardı. Sadrazam Semiz Ali Paşa onu çok sever ve himaye ederdi, hatta ona günde yüz akçalık bir gelir temin etmişti. Ali Paşa, Sokollu’dan önceki sadrazam olup, şişman, nüktedan, latife sever bir insandı. Fakat Ebu Said Efendi çok vesveseli, özellikle temizlik hususunda aşırı derecede titizliği dillere destan olmuş bir kimseydi.
Günlerden bir gün Ali Paşa, şeyhine samur bir kürk göndermiş. Ebu Said Efendi kürkü kabulden elinden geldiği kadar kaçındıysa da sonunda almaya mecbur olmuş. Fakat temiz olsun diye önce birkaç defa sabunla yıkatıp, konağın avlusuna astırmış. Kürk, tam üç ay kâh yağmurda, kâh güneşte bekleyip durmuş, kâh ıslanmış, kâh kurumuş. Şeyh Efendi nihayet kürkün pâk olduğuna kanaati gelince, bir müridinin ellerini birkaç defa sabunlattıktan sonra, hiç kullanılmamış bir bez ile ellerini kurulatıp, kürkü silkeletmiş. Ama o anda olanlar olmuş; kürkün bütün tüyleri dökülüp, evin her tarafına dağılmış. Müridin elinde çıplak bir deri kalmış.
Kürkün bütün kıllarının evin her tarafına yayılması, anlayacağınız üzere şeyhi son derece rahatsız etmiş. Asabı da fena halde bozulduğundan, bir Ali Paşa’ya, bir kendine tan etmiş ve kahrından akşama kadar ağlamış.
Elbette ağlamakla temizlik geri gelmediğinden ertesi gün bir adamını amele pazarına gönderip, gözleri kusursuz 50 ırgat getirmesini söylemiş. Irgatlar geldiğinde önce bu adamları da bir güzel yıkatıp temizlettikten sonra üç gün evin her köşesini dikkatle bu insanlara sildirip süpürttürmüş. Nihayet kendisine tamam pak oldu kanaati gelince de adamları göndermiş.
Ee normal olarak bu olay herkesin diline düşmüş ve insanlar epey zaman anlatıp dinleyip gülüşmüşler.
***
Başka bir hatırası daha nakledilir Ebu Said Efendinin.
Bir gün Ali Paşa, Şeyhi, Kanunî’ye tanıttırmak istemiş. Onun vesveseli mizacından, korkularından ve bu arada duâsı makbul bir insan olduğundan bahsederek huzura kabulünü rica etmiş. Sultan “Yine senin bir haşarılığın var; ancak…” deyip, gülmüş ve huzura çıkmasına izin vermiş.
Ertesi gün Ebu Said Efendi saraya gelmiş. Şeyhin vesveselerine binaen, padişah o gün hiç kimsenin el etek öpmemesini emretmiş. Çünkü onlar öpse, şeyhin de öpmesi icap edecekti. Fakat şeyh böyle fiziksel temaslardan korkmaktaydı. Derken Şeyh Efendi huzura gelmiş ve herkes gibi el etek öpmeyerek uzakta durup eğilerek selâm ve tâzimde bulunmuş.
Sultan, Ali Paşa’ya “Bu azizin yevmiyesi ne miktardır?” diye sormuş. Sadrazam “Yüz akçedir.” cevabını vermiş.
Kanunî ise buna tebessümle mukabele ederek, “Azdır” demiş, “yüz akçe de sabun parası ilâve edin ki yüreğindeki vesveseleri temizlesin.”