TR EN

Dil Seçin

Ara

Dere / Bir Hatıra

Dere / Bir Hatıra

Her yaz olduğu gibi, o yaz da köylerine gidiyordu. Liseli bir delikanlı cesaretiyle tek başına koyulduğu, yaklaşık on saat süren yolculuğunun her anını masal tadında yaşıyordu. Kalabalık otobüs terminalinde küçücük yüreğine büyük gelen bir heyecanla valizleri otobüse yerleştirmekten tutun da pencere kenarına oturmak iştiyakı ile numarasız koltuklardan birini gözüne kestirip yer kapma telaşına kadar… Otobüs şoförünün her mola verişinde, ihtiyaç için uzaklaşıp arabayı kaçırma endişesiyle koşuşturmaktan tutun da yol boyu gelincik çiçekleriyle yarışan papatyaların yanı başında patlayan otobüs lastiğinin tamirini şaşkın bakışlar arasında dakikalarca izlemeye kadar… Fırça izleriyle matlaşan pencereden bir film seyreder gibi izlediği uçsuz bucaksız arazilerin, başağa durmuş ekinlerin, meralara yayılmış koyun sürülerinin arasında seçmeye çalıştığı kuzuların her bir karesine takılıp kendine geldiğinde bir başka kareyle yolculuk etmek, sonra yeniden dalmak… Bir çoban çeşmesine, bir kaya parçasına, süzülen bir şahine, bir akarsuya, bir at arabasının üzerinde sarmaş dolaş çocuklara, kendisi gibi otobüsteki bir başka yolcuya bazen!

Yol uzadıkça artan özlemiyle bir an önce ulaşmayı arzu ettiği dede evine nihayet kavuşmuştu. Dayısı, yengesi ne kadar içten ne kadar da sevinçle karşılamışlardı yeğenlerini. Diğer dayı çocuklarıyla köyde buluşmak her yaz tatilinin geleneği olmuştu. Gözleri onları arıyordu ki, patika yollardan bir dağ keçisi çevikliğinde koşarak geldiklerini fark etti. Mutluluğu bir o kadar daha arttı. Önceki yılları aratmayacak nefis bir tatil daha geçirmeyi umuyordu. Bir hafta kadar, köylerinde dereden tepelere koşuşturmadık yer bırakmadılar. Vadiye bambaşka güzellik, canlılık katan derede oluşturdukları mini havuzlarda yüzmek büyük tutkularıydı. Bazen de fındık çubuğundan yaptıkları oltalarıyla derede nasiplerini arıyorlardı.

İlerleyen günlerde güneşli, berrak bir havada yaylaya gitmek için sabırsızlanıyorlardı. Hem, ninelerini görmemek olmazdı! Nineleri, kestane ağacından şirin yayla evinde, ilerleyen yaşına rağmen pek çok işin yanı sıra hayvanların bakımıyla ilgileniyordu. Kış için yağ, peynir hazırlıklarını sürdürüyordu. Gençler, yaylaya ulaşım için ya dört saat kadar süren maceralı yaya yolculuğunu veya bir buçuk saatlik kamyon üzerinde hırpalayan yolculuğu tercih edeceklerdi. Bu sefer yürümeyi tercih ettiler.

Hayatlarının en güzel kararlarından birini almış olduklarını bütün yorgunluklarına rağmen yaylaya vardıklarında anlayacaklardı. Öyle ki, yürüyüşleri boyunca her açıdan gönlü okşayan manzaraları, bütün tonlarıyla yemyeşil örtüsü, tepeleri süsleyen ormanları, şırıldayarak inen pırıl pırıl suları, küçük ırmaklarıyla, bakmaya doyamadıkları rengârenk çiçekleri, bir döşek gibi serilmiş çayırları ile cennet köşesini andıran derin bir vadiden geçmişlerdi. İstirahat için zaman zaman kendilerini bıraktıkları boğazın teni okşayan tatlı esintisine rağmen yayla evlerine yaklaştıklarında küçük bir mola daha verme ihtiyacı duydular.

Aradan geçen bir yıl üzerine ilk bakışta göze çarpan değişiklikleri değerlendiriyorlardı. Hangi evler yeni yapılmış, terk edilen yayla evleri, yıkılmaya yüz tutanlar?.. Daha fazla gecikmeden evlerine varmak, nineleriyle hasret gidermek arzusundaydılar. Ninelerinin samimiyeti, bir çocuk saflığındaki yüreği ve açık sözlülüğü en belirgin özelliğiydi.

Gençlik heyecanı ve neşesiyle nineleriyle buluşmalarını kalıcı kılmak, renklendirmek hem de neşe kaynağı kılmak istiyorlardı. İlk fikir hemen kabul gördü. İçlerinden biri çok önemli bir haber getiriyor gibi önden nefes nefese koşacak, ninelerinin dikkatini çekerek, “nineciğim, nineciğim köyden geliyoruz, ah bir bilsen ne oldu!?” nidasıyla merakını artıracak, yetişen arkadaşlarının destek anlamında tavır ve mimikleriyle arzu ettikleri heyecanı oluşturacaklardı. Öyle de oldu. Nineleri, yaylanın sükûnetinde hemen fark edilebilecek bağrışma ve gürültüye yönelerek evin gün boyu sürekli açık kapısında göründüğünde hoşbeşe fırsat vermeyen bu gençlere “Hayırdır inşallah, ne oldu, ne bu heyecan çocuklar?” diye sormuştu. Ancak ninelerinin merakını giderip, ortamı hemencecik yatıştırmak istemiyorlardı. “Hiç sorma nineciğim, hiç sorma!..”

Torunlarının bu ahlanmaları merak ve endişesini daha da artırmıştı. Artık bir ömür boyu hatıralarını süsleyecek finale hazırdılar. Cevabı daha fazla geciktirmediler. “Ah nineciğim bildiğin gibi değil, dere döndü yukarı!” Bu sıra dışı olayı daha inandırıcı kılmak amacıyla bir diğeri: “Evet, evet; dere yukarı doğru akmaya başladı.”

Nineleri kanaat getirmişti. Bir an duraksadı, üzerindeki o ilk telaş ve heyecan sanki başından ayaklarına doğru toprağa inercesine süzüldü. Her hâlinden büyük bir sükûnete büründüğü anlaşılıyordu. İri sayılabilecek cüssesini çocuklardan ayırmayacak kadar çevirdi, gözlerini hafifçe kısarak kızıla çalan ufka dikti. Bir dağ gibi güven doluydu. Merakla dudaklarından dökülecek cümleleri bekliyorlardı. “Ey kurban olduğum Allah’ım! Demek dere yukarı döndü ha!..”

Kalakalmışlardı… Teslimiyetin hiç bir hesap tanımaz kıvamına şahit olmaları ninelerine olan hayranlıklarını, sevgilerini daha da artırmıştı. Onun teslimiyeti, yer çekim kuvvetine takılmayan hesapsız, pazarlıksız imanı, şimdi ardından yapılan rahmet dualarını süslüyor.