TR EN

Dil Seçin

Ara

Şifa Kervanı / Dede İle Torun

Şifa Kervanı / Dede İle Torun

- Dedeciğim… Geçen sohbetimizde “İpek Yolu”, “Bahârat Yolu” gibi çok eski ticâret yollarından bahsetmiştik… Düşünüyorum da, insanlar öteden beri pahalı kıyâfetlere, bahâratlı leziz yemeklere pek meraklıymış… “Lüküs hayât, ooh ne rahat!..”

- İlâhî kızcağızım!.. Senin şu dilin yok mu; bir yanıyla şeker gibi tatlı, diğer yanı ise bahârat gibi acı!.. Ama, bahârat da lezzet verdiğine göre, dilin de kendin de tatlı mı tatlı!..

- Sen de benim Bal Dedem’sin!..

- Aslında, o zamânın zorlu seyahat şartlarında, kıt’alar arası ticâret, ancak, yükte hafif pahada ağır malların taşınmasıyla kârlı ve mümkün olabilirdi… Zaten her ülke, temel ihtiyaçlarını dâhilden veya yakın komşularından tedarik edebiliyordu. Uzak Asya’dan gelenler ise, Avrupa ve çevresinde istihsâl edilemeyen ipek, bahârat, kâğıt, porselen, kıymetli taşlar gibi emtia idi… Nâdir olan pahalı olur; pahalı mal ile ticâret ise, bol kazanç getirir!..

- Diğerlerini anladım da, kâğıt niçin pahalı?

- Doğu medeniyetleri, ilmin irfânın yuvası, beşiğidir. Hele İslâm’a kavuşulduktan sonra, Orta Asya ve civârı, insanlığın üniversitesi oldu!.. İlmin kökü, nüvesi ise, kalem ve kitap!..

Yere düşmüş yazılı bir kâğıt parçasını, aynen bir ekmek lokması gibi öpüp başına koyan bir derin medeniyetin mensuplarıyız yavrum!..

Demek ki, kâğıt bizde bol da olsa azîz ve kıymetli; o zamânın Avrupa’sında ise, imâl edilemediği için, kıt ve pahalı!..

Kâğıt ve kitap, milletlerin var oluşunun senedi, tapusu gibidir!.. Düşman, bir İslâm ülkesine girdiğinde, mâsum halkı katletmeden önce, câmileri ve kütüphaneleri yakar, yıkar!..

Buhâra, Semerkand, Kudüs, Endülüs, Bosna… ve daha nice Kalb Diyârı’mızın kanlı âkıbeti, biz Müslümanların ve insaf sâhibi her insanın iç yarasıdır, gönül sızısıdır!..

- Senin şu yüzlerce cilt kitabın, şimdi gözüme daha da değerli görünüyor Dedem!.. İnşaallah hepsini satır satır okuyacağım!..

- Bahârat hakkında birkaç “tutam” daha söz kaldı: Bahârat, aynı zamanda bir “ilâç ham maddesi” idi. Nebâtî, hayvânî, mâdenî… pek çok madde, ilâç hazırlamada kullanılıyordu. Çin, Hindistan, Japonya gibi kalabalık ve yerleşik ülkelerde, tıbbî sahada da çok ileri seviyede bir bilgi birikimi mevcuttu…

Evet… Kervanlar, ticâret malı taşıdığı gibi, kültürü, an’aneyi ve bilgiyi de her ülkeye götürüp yayıyordu!.. Bunların içinde, inciden yakuttan daha değerlisi ise, “Tıbbi Bilgi” idi elbette… Demek; o mübârek kervanlar, “hayat” taşıyor, “şifa” dağıtıyordu!..

Nihâyet tıp ilmi, Efendimiz aleyhisselâm’ın doğruyu ve faydalıyı getiren, yanlışı ve zararlıyı nehyeden Mukaddes Eliyle süzülüp “Tıbb-ı Nebevî” hâlini aldı… Elbette İlâhî Vahyin ışığında, maddi ve mânevî bütün hastalıkların hem tedâvisi, hem de “tedâviden daha hayırlı” olduğu ifâde edilerek, “koruyucu tedbirleri” bir bir gösterilmiş oldu!..

“Âlemlere Rahmet” olmak, böyle bir şey…

Güzel Kızım!..  Aslında, Allah ve Resûlünün emirlerinde ve yasaklarında bizim için, inceliklerini bilemeyeceğimiz pek çok fayda vardır!.. İbâdet olarak “lebbeyk” der yerine getiririz; hikmet cihetiyle de hayat bahşedici bütün meyvelerini bir bir devşirir dereriz!.. Ne kadar şükretsek az!..

- Dedeciğim, Peygamberimiz doktor muydu?..

- Elbette!.. Bedenlerin de kalplerin de tabîbi idi O!.. Âlemlerin Rabbinden gelen Kur’ân ile diplomalı, Ordinaryüs Profesör!..

Bak, O’nun  bir talebesi diyebileceğimiz meşhûr İbn-i Sinâ, günümüzden tam bin yıl önce yazdığı tıp kitaplarıyla, bütün insanlığa hocalık etti!..

Selçuklu ve Osmanlı şifâhâne’leri, Onun “Tıbbın Kânunları”, “Tıbb-ı Nebevî”…  gibi pek çok kitabını baş tâcı etti!..

Batı’da da, Lâtinceye tercüme edilerek, yediyüz yıl boyunca temel ders kitabı olarak okutuldu… Ama ne yazık ki, son birkaç asırdır, Avrupa’da ve bizde, “aydınlanma!..”, “modernleşme!..” gibi bir takım heveslere, tıpta, kimyevî asıllı ilâçlar revaç buldu!.. On bin yılda biriktirilmiş muazzam tecrübe ve milyarlarca hastadan edinilmiş tedâvi ve ilâç bilgileri, unutulur gibi oldu!..

Hattâ, o kadîm şifâlı ilaçlar, bizim o muhterem, yaşlı annelerimize, ninelerimize nisbet edilerek, hiç de hoş olmayan isimlerle aşağılanmaya çalışıldı!..

- Dedeciğim, ben anladım onu!.. Ama sen “dilde de tesettür lâzım” dersin ya, öyle kalması daha güzel!..

- Âferîn, benim dikkatli torunum!..

- Bugüne ve şu zor zamanlara gelecek olursak; ehil âlimlerimizin rehberliğinde, idârecilerimizin, istişâreler sonunda aldığı bütün kararlara harfiyen uyacağız!..

Tedbirde asla kusur etmeyeceğiz!.. Ama, hiç unutmayacağız ki, “Şifâ, fazl-ı Rahman’dadır; devânın neticesi değildir!..”

Böylece, tam tevekkül ederek, duâya sarılarak, Rabbimize sığınarak şu zor günleri kolaylaştıracağız… Bu günlerin bereketinden istifâdeye çalışacağız!..

Hastalık, vâzifesini tamamlayınca, geldiği gibi gidecek inşâllah!..

- Âmin dedeciğim… Bir an önce, güle güle gitsin!..