TR EN

Dil Seçin

Ara

Her Şey Konuşur

Evet, her şey konuşur. Ve âlemlerin Rabbi, yarattıkları ile bize konuşur. Yaratılan her şey, âlemler Rabbinden bize gelen; bize O’nu ilmi, kudreti, sanatı, güzelliği, rahmeti, sevgisi ile tanıtan bir mektup, hatta bir konuşmadır gerçekte.

“Allahım, benimle konuş!” diye yalvaran bir insanı anlatan, kısa ama derin bir hikâye vardır.

Adam, bu duayı defalarca eder. Ve ettiği her duadan sonra ya yakınında bir kuş öter, ya serin bir rüzgâr eser veya yeni açmış bir çiçek ona gülümser. Adam ise, duasına bir türlü cevap verilmediği düşüncesiyle, yalvarmaya devam eder: “Allahım, neden benimle konuşmuyorsun?”

Her şeyin üzerinde görünen özellikler ve işaretler bize konuşup Yaratıcısını bildirdiğini; Yaratıcının da yarattıkları ile bize konuştuğunu anlatan harika bir hikâyedir bu.

Evet, her şey konuşur. Ve âlemlerin Rabbi, yarattıkları ile bize konuşur. Yaratılan her şey, âlemler Rabbinden bize gelen; bize O’nu ilmi, kudreti, sanatı, güzelliği, rahmeti, sevgisi ile tanıtan bir mektup, hatta bir konuşmadır gerçekte.

Her şey, varoluşuyla ve taşıdığı özelliklerle bize Yaratıcısını anlatırken, kendisine dair özel mesajlar da verir bize. Ehad’dir her şeyi yaratan âlemler Rabbi; dolayısıyla, her bir şeye, onu diğer şeylerden ayıran bir mühür vurmuş, ona özel bir iz bırakmıştır. Dikkatli her insanın kolayca okuyacağı izler ve mühür.

Meselâ ağaçlar, âlemler Rabbinin yarattığı bunca şey arasında ayrı bir âlem iken, o ağaçlar içerisinde ayrı ayrı türler vardır. Meselâ meyvesiz ağaçlar bir yana, meyve ağaçlarının her biri ayrı bir tür teşkil eder. Armut ağacı ayrı bir türdür; kiraz ağacı ayrı, erik ağacı daha ayrı bir tür. Ve her türün içinde de ayrışmalar sözkonusudur. Kaç türlü armut, kaç türlü kiraz, kaç türlü erik ağacı vardır kimbilir?

Ve dikkatle bakan biri, bütün bu ağaçların sadece meyveye durduğu yaz aylarında veya çiçeklendiği bahar aylarında değil, sadece yapraklarıyla kaldığı sonbahar aylarında, hatta yapraklarını döküp sadece dallarıyla kaldığı kış aylarında bile bize konuştuğunu, kendisini bize anlattığını işitip görebilir. Kirazın, eriğin veya armudun meyvesi ve çiçeği farklı olduğu gibi; her birinin kendi içindeki cinslerinin dahi meyvesi ve çiçeği farklıdır. Dahası yaprakları ve dalları da. Bir ağaç, kış aylarında sadece dallarının görüntüsü, şekli, dokusu, rengi ile bile, “Ben kiraz ağacıyım” veya “Ben erik ağacıyım” der. Hatta, daha fazlasını da söyler: “Ben mürdüm eriğiyim.” “Ben dalbastı kirazıyım.”

Pazara çıktığımızda, her meyve ve sebze için de görürüz bunu. Yeter ki, onlardaki farkı görebilen gözlerimiz ve onların ne dediğini işitebilen kulaklarımız olsun. Meselâ her karpuz, her kavun bize kendi cinsini söyler onu diğer cinslerden ayıran özellikleriyle. Hatta, görebilen ve işitebilen için, kalın kabuklu mu, ince kabuklu mu; olgun mu, ham mı; tam kıvamında mı, yoksa içi geçmeye yüz tutmuş halde mi olduğunu bile söyler.

Sadece ağaçlar ve meyveler değil, her şey böyle konuşur bize. Kuşlar üzerine dikkatini yoğunlaştıran biri, yerde bir kuş tüyü gördüğünde, bunun güvercine mi, kargaya mı, serçeye mi, sakaya mı, yusufçuğa mı ait olduğunu anlar meselâ. Hatta, hangi kuşa ait ise, o kuşun kuyruğundan mı, kanadından mı, göğsünden mi düştüğünü dahi anlar.

Yahut, yine dikkatini kayalar, taşlar, yahut kumlar üzerine yoğunlaştıran biri; o kayaların veya o incecik kumların üzerindeki izleri okuyup, o kayanın ve kumun bize neler söylediğini rahatlıkla anlatabilir.

Yaratılan her şey, üzerinde gözüken ve onu diğer şeylerden ayıran özellikleriyle, bize konuşuyor kısacası. Bize kendisini ve onu o özelliklerle vareden Yaratıcısını anlatıyor.

Yeter ki, ‘bakmak’ tan öte ‘gören’ gözlerimiz; ve ‘işitmek’ten öte ‘duyan’ kulaklarımız olsun...