TR EN

Dil Seçin

Ara

Göremediğimiz Mucizeler

Alışkanlık perdesiyle körleşen bir göz, hepsi bir kudret mucizesi olan mevcutlara sıradan şeyler imiş gibi bakar. Bu yüzden, bırakın her şeye bir mucize olarak bakmayı, en büyük mucizeleri bile akıldan uzak görür ve inkâra kalkışır.

 

Alışkanlık perdesiyle körleşen bir göz, hepsi bir kudret mucizesi olan mevcutlara sıradan şeyler imiş gibi bakar. Bu yüzden, bırakın her şeye bir mucize olarak bakmayı, en büyük mucizeleri bile akıldan uzak görür ve inkâra kalkışır.

Etrafında gördüğü her şeyin öylesine oluverdiğini ‘oluşuverdiğini’ zanneden akıllar, ilk insanın, Hz. Âdem’in topraktan yaratılmasını anlayamaz sözgelimi. Yahut, ateşin İbrahim Peygamberi yakmamasını da anlayamaz. Onlar için, Hz. Musa’nın asâsını vurduğu yerden su çıkarması da, Yunus Peygamberin balığın karnında yaşadığı yolculuk da, aklın alacağı işler değildir.

Gözünü inkârın bürüdüğü insanlar, bu mucizelere çokbilmiş bir edayla açıkça ilişmeye yeltenir, bütün bunları bir ‘efsane’ olarak görürler. İçlerinde biraz insaflı olanları ise, bunların akla sığmadığını söyleyip, akıl ile iman birbirinin zıddını gerektiriyormuş gibi, ‘inanç meselesi’ der, geçerler.

Oysa, peygamber mucizelerinin hepsi de yaşanmıştır. Dahası, bu mucizelerin birer örneği, her zaman ve her mekânda, bütün insanlara gösterilip durmaktadır. Hangi peygamber mucizesini alırsak alalım, kendi yaşadığımız hayatlarda onun bir numunesi vardır.

Meselâ İbrahim aleyhisselam, Allah’ın ateşin yakmadığı ilk ve son kulu ve mahlûku değildir. Daha doğrusu, ateşin İbrahim’i yakmaması, içinde yaşadığımız kâinatta hiçbir örneği görülmeyen bir hadise değildir. Dikkatli her insan, İbrahim Peygamberi ateşe atan zalim Nemrut’un devrine kadar gitmeksizin, içinde yaşadığı yıla dikkatle baksa ateşin yakmadığı şeyler görecektir: Ağaçların sonbaharda havalar serinlediği halde sararan yaprakları, yazın en sıcak günlerinde yanmadan, sararmadan, yemyeşil kalarak, bu İbrahimî mucizenin bir cilvesini her daim sergilemektedir.

Yapraklarıyla İbrahim aleyhisselamın ateş karşısında mazhar olduğu mucizenin bir numunesini sergileyen her bir ağaç, kökleriyle de Musa aleyhisselamın asâ mucizesinin bir örneğini gösterir. Nasıl mı? Musa aleyhisselamın kuru daldan yapılmış asâsının bir özelliği, Hz. Musa’nın vurduğu her yerden su çıkarmasıdır. Aynı şekilde, her bir ağacın yumuşacık ve incecik kökleri de, vurdukları yerden su çıkarırlar. Hatta, o ipek gibi incecik kökler, sert kayalar arasından dahi, Allah’ın izniyle, ihtiyaçları olan suya ulaşırlar.

Kısacası, yaz mevsimi her bir ağaç, iki peygamber mucizesinin bir örneğini gösterir bize: yapraklarıyla, ateşte yanmayan İbrahim aleyhisselamın; kökleriyle de, asâsını vurduğu yerden su çıkaran Musa aleyhisselamın…

Peki ya Yunus Peygamberin balığın karnında yaşamasına ne demeli?

Yaşadığı kâinata ibretle ve dikkatle bakmayan gözlere, bu mucize de akıldan uzak gözükür. Bir insanın balığın karnında nefes alabilmesi, beslenmesi, ölmeden durabilmesi akıl alır işlerden değildir onlara göre.

Halbuki, insan için, bu mucize kadar akla uygun gelmesi gereken çok az şey olmalıdır.

Çünkü Yunus aleyhisselamın mazhar olduğu bu mucizenin bir benzeri, her insanın hayat hikâyesinde muhakkak vardır. Yunus Peygamber belki yalnız birkaç gün balığın karnında kalmıştır. Halbuki, bunu aklına sığdıramayan insanlar tam dokuz ay on gün suyun içinde yaşamışlardır. Her insanın hayat yolculuğu anne karnında başlamış, her insan dokuz ay on gün su içinde kalmıştır. Bir su torbacığı içinde dokuz ay nefes almış, beslenmiş, dahası gözle görülmez bir hücre iken elli santimlik bir bebek halini almıştır. Ama anne karnında başlayıp doğumla sonuçlanan bu kudret mucizesini ‘sıradan’laştıran sığ bir akıl, Yunus aleyhisselamın mazhar olduğu mucizeyi de kabına sığdıramamaktadır.

Benzer bir durum Hz. Âdem’in yaratılışı açısından da geçerlidir. İnançsız nice insan, Âdem aleyhisselamın topraktan yaratılışını imkânsız görür. Buna karşılık, maymunun zaman içinde insana dönüştüğü düşüncesini daha ‘akla yakın’ görür ve ona inanır. Mü’minler ise, insanın atasının Âdem aleyhisselam olduğuna, Âdem’in de topraktan yaratıldığına inanır; ama birçoğu kâinatı şahit kılamadan buna inanır. O yüzden, en başta kendisini, topraktan yaratılmış bir insan olarak düşünemez. Âdem atamız topraktan, o ise etten kemikten yaratılmıştır!

Öyle değildir oysa. Gerçekte, bütün insanlar topraktan yaratılır. Hz. Âdem’in topraktan yaratılması mucizesi, aslında insanlık âleminde sürekli tekrarlanır.

Nasıl mı?

Her insan, anne karnında gün gün, aşama aşama büyütülerek doğuma hazır bir bebek haline getirilir. Bu süreç boyunca, annesinin yediklerinin özü, hülâsası olan gıdalarla beslenir.

Peki, annesi neler yer ve yedikleri nereden gelir?

Ekmek, yağ, şeker, domates, patates, erik, zeytin, karpuz, üzüm derken, yediğimiz her şey topraktan gelir. Topraktan çıkıp gelmeyen tek bir sebze, tek bir meyve, tek bir tahıl yoktur.

Öte yandan, hayvanların eti, sütü, yumurtası da en nihayeti onların yedikleri topraktan aldıkları minerellere dayanır. Hatta, denizdeki balıklar bile, deniz altında kalan topraklarda yetişen yosun ve benzeri bitkilerle, yahut bu bitkilerle beslenen başka deniz hayvanlarıyla beslenirler.

Kısacası, ister domates yiyor olalım ister yoğurt, soframıza ister koyun eti geliyor olsun ister balık; hücrelerimizi, dokularımızı, organlarımızı, velhasıl bütün vücudumuzu teşkil eden her şey topraktan gelmektedir. Her insan, gerek anne karnında, gerek sonraki hayatında, her an topraktan yaratılmaktadır.

Sözün kısası, bizi çepeçevre kuşatan kâinata bu nazarla bakabilsek, peygamber mucizeleri akla yakınlaşacaktır.

Peygamber mucizelerine bu nazarla bakabildiğimizde ise, kâinat içindeki her bir şeyin bir kudret mucizesi olduğu anlaşılacaktır.