TR EN

Dil Seçin

Ara

Gelecek Bizim Olacak!

Gece vakti bir ses… Ruhuma dokundu: “Yusuf’um, Musa’nın Mısırında… Kardeşlerin birbirini öldürüyor… Sen hâlâ uykudasın.”

 

O meydanlar Musa’dır bugün.

O meydandakilerin aralarında dolaşıyor Musa’nın başkaldıran ruhu…

 

Gece vakti bir ses…

Ruhuma dokundu:

“Yusuf’um, Musa’nın Mısırında…

Kardeşlerin birbirini öldürüyor…

Sen hâlâ uykudasın.”

Acılar içinde uyandım.

Dünyada mıydım?

Yaşıyor muydum acaba? Şaşkındım.

Bir kurşun da ben yemiş gibiydim.

Secdeye kapandım, dualar ettim.

“Bir melek kanadında ulaştır Rabbim dualarımı, şehit kardeşlerimin ruhlarına” dedim.

“Ardımızda bir duacımız var, bir ağlayanımız var bizim de” bilsinler istedim.

“Yalnız olmadıklarını bilsinler, yeter Rabbim” dedim.

Dua, dua ve gözyaşı…

Dualar ve gözyaşları birleşecek.

Akacağız ışık gibi, aşıp geçeceğiz bütün surları.

Bir annenin gözyaşıyla,

Bir babanın feryadıyla,

Bir bebeğin ağlayışıyla yıkılacak bütün zulüm bentleri.

Aşıp geçeceğiz surları, kaleleri.

Fethedeceğiz yine kalpleri.

Şehitlerin tebessümüyle dağılacak karanlıklar.

Ve doğacak o beklenen güneş, doğacak.

“Bir gün olur elbette doğar şems-i hakikat

Hiç böyle müebbed mi kalır zulmet-i âlem?”

(Sünuhat, 73)

Her dua bir kanat olacak.

Ulaşacak onların mübarek ruhlarına, ulaşacak inşallah.

Kovacak kara bulutların kasvetini

Mısır’ın, Afrika’nın üzerinden, meydanlardan ve Rabiatü’l-Adeviyye’den.

Dökülen her damla kandan bir gül doğacak ve bir gün doğacak pırıl pırıl.

Gelecek günler firavunların değil, masumların olacak, bizim olacak.

O güllerden döllenecek bütün insanlık, yeni bir güne uyanacak bütün bir dünya.

Yakında bunu herkes görecek.

Şehitlerin sesleri, o en güzel şehadet sesleriyle titreyecek dağlar.

Savrulacak kumlar dört bir yana.

Firavunların saltanatları yıkılacak.

Yıkılacak sırça sarayları, gümbür gümbür yıkılacak.

Mümin duruşlar ve ihlâslı dualar, bunun mayası olacak.

O meydanlarda annesini arayan bir çocuğun,

Babasını arayan yanık sesli bir gencin sesine bile kurşun sıkan zalimler!

Ruhunuza batacak zulümleriniz her an bir diken gibi…

Ruhunuzu yakacak zulmünüz, kalbinizi kanatacak alıp verdiğiniz her nefeste.

Sokaklar, camiler, meydanlar, cesetlerle dolu.

Şehitlerin cesetleriyle…

Elleri duada anaların, göz pınarları denizleri çoğaltıyor…

Eritecek karanlığı geceler.

Eritecek karanlık geceyi; eritecek bu hazin hâl.

Yeni bir perde açılacak dünyada.

Doğumlar kolay olmuyor.

Bu doğum da bir bedel ödüyor şimdi.

Bütün insanlık, bütün İslam coğrafyası adına.

Bin bir parçaya bölünmüş kalbimin coğrafyası.

Her karesine damgasını vurmuş duamızın bir parçası.

Hissediyoruz bunu, görüyoruz, yaşıyoruz.

 

Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.

- Mehmet Âkif Ersoy

 

Meydanlara eğlenmeye değil, gezinmeye hiç değil, kimseden bir şey dilenmeye de değil, ellerinden alınan haklarını en izzetli ve şerefli bir şekilde almaya gelmişlerdi oraya.

O meydanlar yüreklerimize taşındı şimdi.

Her mü’min yürek bir meydan oldu.

Meydan okuyoruz firavunlarına, deccallarına ve dahi ağababalarına.

Yapacağınız varsa, göreceğiniz de var.

“Zalimler için yaşasın cehennem!”

Zulme baş kaldırmaya gelmişlerdi onlar oraya.

Şimdi o bayrağı bize bıraktılar.

Bütün dünya görüyor işte.

İmandır cesaretin de kaynağı.

İmansızlıktır korkaklığın da kaynağı.

Korkaklar, zalimler, firavunlar, dün olduğu gibi bugün de erce, erkekçe çıkamıyorlar, zulmettikleri masumların karşısına.

Ellerindeki güce güveniyorlar, silahlarına dayanıyorlar, kurşun yağdırıyorlar.

Ama unuttukları bir gerçek var.

En güçlü silahlardan daha kuvvetlidir müminlerin duaları ve dahi gözyaşları.

Hiç şüphesiz Allah biliyor, görüyor. Bu zulümler gayretullaha dokunuyor.

Yakındır, gök kapılarının açılması yakındır.

Burada yaşananlar, sadece Mısır’ı değil, Afrika’yı ve bütün dünyayı değiştirecek diye korkuyor çağdaş firavunlar…

Yıllardır kukla liderlerle uyutulan masum halklar uyandı artık, uyanıyor.

Korkunun ecele faydası yok.

Daha cehenneme gitmeden korkularının cehenneminde yanıyor firavunlar.

Yanacaklar da zaten.

Bütün dünyanın gözü önünde oyuncakları bile kurşunlanan çocuklar sapır sapır döküldü.

Gençler, taptaze ümit dolu bedenler döküldü o meydanlara...

Zalimden merhamet dilenmez.

Dişinin kirasını da ister.

İzzet ve şerefleriyle şehit düştüler.

Bulabilen, beyaz kefene sarıldı.

Bulamayan, elbisesiyle öylece kaldı.

Babaların, anaların, kardeşlerin feryatları, gözyaşları, denizlere kavuşmuştur artık.

Deniz ne ki?

Göğe ulaşmıştır inşallah…

Bugünkü firavunların kadim korkusudur bu.

Gölgelerinden bile korkarlar onlar.

Dünkü kehanet bugün de gerçek olacak diye.

Musa’yı, Firavun’un sarayında büyütür Allah.

Doğan erkek çocukları öldürmekle tedbir alacağını zanneden Firavun nasıl sonunu hazırladıysa, bugünkü firavunlar da sonlarını kendi elleriyle öyle hazırlıyorlar.

İlahî bir kuraldır:

“Zulüm devam etmez, küfür devam eder.”

Nereye kaçacak şimdi bu zalimler?

Dünyayı dar edecek onlara bir gün ilahî kader.

Dualar, dualar, dualar…

Eller, gönüller duaya durdukça büyüyoruz.

Duanın da bir ibadet olduğunu biliyoruz.

Duaların bizi de değiştirdiğini görüyoruz.

“Dua müminin silahıdır.”

Bunu şimdi çok daha iyi anlıyoruz.

Bir müminin acısını yüreğinde hissetmek, onunla düşüp kalkmak ne güzel…

Kardeş olduğumuzu hissetmek ne güzel…

Zulme karşı bir abide gibi durmak, kurşun yağdıran tankların önünde durmak, seyirci kalmamak ne güzel…

Gönül gönüle, duayla, gözyaşıyla beraber olmak ne güzel…

Zulüm azgın dalgalar gibi olsa da, kıtalar dolaşsa da Ebu Cehiller, Ebu Lehebler ölmese de, çağdaş firavunlar yaşıyor olsa da, şükür ki onlara karşı duracak nice Musalar var, nice Harunlar var.

O meydanlar Musa’dır bugün.

O meydandakilerin aralarında dolaşıyor Musa’nın başkaldıran ruhu…

Bütün dünyadaki Müslümanlar, kendilerini bölen, bin parçaya ayıran kirli ellerin kime ait olduğunu Mısır’da yakından gördüler.

Yaşananlar acı da olsa, gözlerimizi açacak inşallah.

Kaldıracağız aramızdaki geçici ayrılıkları, düşmanlıkları, ufak tefek farklılıkları.

Bizi öldürmeye gelen, bizde dirilecek.

O zaman bütün dünya görecek İslam neymiş, Müslüman neymiş…

Yüzyıllardır çeşitli oyunlarla engellemeye çalıştıkları İslâm Medeniyetinin yeniden doğuşuna şahit olacaklar.

***

“Şark husûmeti İslâm inkişafını boğuyordu; zail oldu ve olmalı. Garb husûmeti, İslâm’ın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir, bakî kalmalı.”

Birden o meclisten tasdik emareleri tezahür etti.

Dediler:

“Evet, ümitvar olunuz; şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada, İslâm’ın sadası olacaktır!”

(Tarihçe-i Hayat, 120)

Amenna ve saddakna diyoruz yürekten...

Dualarımız, haklı direnişini sürdüren ve sürdürmeye devam edecek olan kardeşlerimizin yanında olacak.

Dualarımız onların ruhlarına ulaşacak inşallah.

Bazen saadetten felâket doğduğu gibi, bazen de felâketten saadet doğabilir.

Rabbimizden ümit ediyoruz ki, bunu bize pahalıya satmasın.

O mutlu günün sabahını çok uzatmasın.

 

***

Bediüzzaman’dan bir hatıra:

Bundan on sene evvel Tiflis’e gittim. Şeyh Sanan tepesine çıktım, dikkatle temaşa ediyordum. (1910’lu yıllar) Bir Rus yanıma geldi. Dedi: “Niye böyle dikkat ediyorsun?

Dedim: “Medresemin plânını yapıyorum.”

Dedi: “Nerelisin?”

“Bitlisliyim” dedim.

Dedi: “Bu Tiflis’tir.”

Dedim: “Bitlis, Tiflis, birbirinin kardeşidir.”

Dedi: “Ne demek?”

Dedim: “Asya’da, âlem-i İslâm’da üç nur, birbiri arkası sıra inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek. Ben de gelip burada medresemi yapacağım.”

Dedi: “Heyhat! Şaşarım senin ümidine.”

Dedim: “Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.”

Dedi: “İslâm parça parça olmuş.”

Dedim: “Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâm’ın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâm’ın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâm’ın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim alıyor. İlâ âhir...

“Yahu, şu asilzade evlât, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyet’in bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle, kader-i Ezelînin nazarında, feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir.” (Sünuhat, 82- 84)

Amenna ve saddakna…

Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasûlallah...