TR EN

Dil Seçin

Ara

Allah Ve Çocuk

Allah Ve Çocuk

Yaşanmış Öykü

 

Küçük bir Anadolu şehrinin, küçük bir sokağında, küçücük bir bakkal dükkânı vardı Hasan Amca’nın.

Bir apartman girişinin merdiven altındaki bu bakkal da, sahibi Hasan Amca da mahallenin sembolüydü. Herkes tanır ve severdi Hasan Amca’yı. Küçücüktü ama ne ararsan bulunurdu bakkalda. Çünkü olmayanı kaşla göz arasında komşu bakkallardan bulur getirirdi amcamız.

Bakkalda her şey bulunurdu ama bir mal asla bulunmazdı. Sigara satılmazdı… Üstelik, sigara içerdi Hasan Amca. “Cahillikte, alışmışız bir kere ama düşmanıma bile tavsiye etmem bu mereti… O yüzden satmıyorum” derdi.

Bütün sokak Hasan Amca’nın müşterisi, aynı zamanda dostuydu. Küçük Emir bile…

Küçük Emir de kimdi?

Hasan Amca’nın bakkalının tam karşısındaki yeni apartmanda oturan bir ailenin dört yaşındaki oğluydu Emir. Anaokuluna gidiyordu. Annesi bankada, babası tekstil firmasında yöneticiydi.

Anaokulunun servisini beklerken, minibüse inip binerken selamlaşırdı Hasan Amca ile küçük Emir. İlk selamı veren Hasan Amca olurdu hep.

“Arkadaş” diye hitap ederdi ona.

Her sabah, sanki bilinmiyormuş gibi ilan ederdi Emir “Kreşe gidiyorum, kreşe!” diye bağırarak.

Hasan Amca, müdahale ederdi her seferinde, “Kreş değil, kreş değil! Ana-okulu diyeceksin… Ben Almanya’da iken evimizin yanında kilise vardı, kreş diye kilisenin içindeki anaokuluna deniyordu. Sen kiliseye mi gidiyorsun ki kreş deyip duruyorsun arkadaş!”

Emircik bu açıklamadan bir şey anlamıyordu besbelli… Kilise de neydi ki? Yine de kreş yerine anaokulu demesi gerektiğini biliyordu artık.

Bir gün…

Anaokulunun servisinden yeni inmişti Emir. Annesi de tam bu saatte bakkalın önünde olurdu hep. Ama o gün gecikmişti nedense… “Hasan amcanın yanında azıcık beklerim” diye düşündü.

“Ben geldim Hasan Amca.”

“Hoş geldin arkadaş.”

“Annem gelmedi mi?”

“Gelmedi.  Ama gelir hemen, bekle biraz şurada… Ben camiye, namaza gidiyorum, ikindi okunuyor.”

“Bugün gitme camiye, ne olursun…”

“Olmaz, gideceğim arkadaş…”

Camiye giderken her zaman yaptığı gibi kapıyı kilitlemeden girişe tabureyi bırakmıştı bile Hasan Amca.

“Allah’a, bugün hastaydım, dersin Hasan Amca… Gitme…”

“Olur mu öyle şey Emir! Öyle denir mi Allah’a!”

“Denmez mi?”

“Denmez tabii arkadaş.”

“Hasan Amca… Sen niye namaz kılıyorsun, senin namazın mı lâzım Allah’a?”

“Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yok ki, namaza ihtiyacı olsun.”

“Niye namaz kılıyorsun Allah’a?”

“Benim ihtiyacım var benim, namaza benim ihtiyacım var.”

“Nasıl yani?”

“Şöyle Emirciğim…  Anlatayım: Hani, sen anaokulunda öğretmenine saygı gösteriyorsun ya… Mesela, o sınıfa gerince hemen susuyorsun filân ya…”

“Evet… Şeyda öğretmenime…”

“Şeyda öğretmenin ihtiyacı mı var senin saygına? Elbette hayır.”

“Doğru dedin Hasan Amca… Şeyda öğretmenin ihtiyacı yok benim saygıma.”

“Peki niye ona saygı gösteriyorsun Emir?”

“Hımmmmmm…”

Emir’in kafası karışmıştı…

Sorusunun cevabını yine Hasan Amca verdi:

“Çünkü bizim saygımızı göstermeye ihtiyacımız var…”

Küçük Emir’in yüzü, çocuksu aydınlıktan daha fazlasıyla ışıklandı, gözlerine neşe kelebeği kondu sanki.

Ertesi günü, daha bir sevimli baktı Hasan Amca’nın yüzüne ve kulağına eğilir gibi yapıp:

“Hasan Amca, sana bişi diyeyim mi?” dedi. “Benim kalbim, Allah’ı seviyor.”

Sonra devam etti:

“Ben de Allah’ı seviyorum… Kalbim de seviyor… Seni de seviyorum Hasan Amca… Anneme de dedim, Allah’ı seviyorum, diye…”

Hasan Amca önce sevgi dolu gözlerle baktı Emir’e. Sonra saçlarını okşadı. Eli küçük dükkânının raflarına gitti, önce bir gofret aldı. Sonra bir tane daha…

Bu senin, bu da annenin, arkadaş” dedi. Ve ekledi:

“Allah da seni seviyor be arkadaş… Seni, beni, anneni, hepimizi seviyor Allah… Hem de çook!.. Allah bizi sevmese, küçücük kalplere sevdirir miydi kendini?”