TR EN

Dil Seçin

Ara

Yorum Farkı

Yorum Farkı

Kırk Gram Tebessüm

 

İki melek, tefekkür maksadıyla uzayda gezinirken, sayısız canlıyla dolu bir gezegen görmüşler. Hemen oraya inmişler meraklarından.

Onlardan biri:

— Anlaşılan burası dünya, demiş. Eşref-i mahlûkat olan insanların ülkesi. Biz onları gıyaben tanıyorduk, yakından görmemiştik, ama şimdi büyük bir fırsat yakaladık. Bir dünyalı melekle konuşalım, bize rehberlik yapsın, böylelikle hiç vakit kaybetmeyiz.

Bunun için fazla bir çaba gerekmemiş. Çünkü adım başı her yer meleklerle doluymuş. Hemen bir tane bulup, onu rehberlik yapmaya ikna etmişler.

Rehber melek, insanları çok iyi tanıyormuş. Bu yüzden de yeni gelen misafirlere; gece gündüz oruçlu gezenleri, başını secdeden kaldırmayan gençleri, evlerinde Kur’an ve iman dersi yapanları göstermeyi önermiş ama, diğer melekler: “Biz evlerdeki değil, dışarıdaki evliyaları görmek istiyoruz” deyip ayak diremiş.

Rehber melek onları kıramamış tabi.

Hep birlikte bir grup gencin yanına gitmişler. Ve insanlar tarafından görünmediklerinden, yanlarına iyice sokulmuşlar.

O gençlerin yarısından fazlası, biraz değişik misvaklar kullanıyormuş.

Meleklerden birisi, huşu ile bir “Maşallah!” çekerek: 

— Misvak kullanmak önemli sünnettir, demiş. Sünnetleri böyle ihya ediyorlarsa, farz ve vacipleri düşünün artık. Misvaklar güzel ama, neden uçlarından duman tütüyor? 

Rehber melek, misafirlerini hayal kırıklığına uğratmamak ve ahsen-i takvim üzere yaratılan insanoğlunu tahkir etmemek için, gerçekleri söylemekten çekiniyormuş. Ne yapması gerektiğini düşünürken, en sonunda güzel bir formül bulmuş ve “yalan” diye bir şey bilmediğinden, olayları farklı yorumlamaya karar vermiş. Bu yüzden de Allah’a sığınarak:

— Ağızlarındaki şey misvaka benzese de, dünyalılar buna “sigara” diyor, demiş. Dört bin çeşit zehir vardır içinde. Bu fedakâr insanlar, başkaları zarar görmesin diye, zehirleri yok etmeye çalışıyorlar. Son bir çare olarak da onları yakıp, dumanlarını havaya savuruyorlar. Bu sırada bazıları parmaklarını, bazıları el ve ayaklarını, bir kısmı da hayatını kaybediyorlar.

Bir “Maşallah!” daha çekmiş melekler.

“Fedakârlık işte budur!” diyerek, hayran olmuşlar onları yakan dünyalılara.

Bu arada ellerinde küçük şişeler tutan, her adımda bir fırt çeken gençlere rastlamışlar. Sağa sola yalpalayan, arada bir yere düşen, bazen kahkaha atarken bazen ağlayan…

Merak etmişler tabi.

Sormuşlar rehber meleğe bu işin hikmetini.

Rehber melek, bir kez daha istiğfar etmiş ve yine farklı bir yorumda bulunup:

— Ağlayanlar Cehennem korkusuyla, gülenler de Cennet müjdesiyle gülüyor, demiş. Bu yüzden kendilerini kaybedip düşüyorlar. İçmeleri, kalplerinin yanmasındadır. Sizler “Cennet şarabı”nı duymuşsunuzdur, bunlarınki de dünya şarabıdır.

Bu sözler üzerine, melekler çok duygulanıp ağlamaya başlamış, şeref duymuşlar o mübareklerle.

Biraz sonra büyük bir stadyumun çevresinde, binlerce genç görüp oraya yaklaşmışlar. O gençlerin bir kısmında renkli bayraklar varmış. Bir kısmının elinde de kasaturalar, dede yadigârı paslı kılıçlar, kasapların kullandığı her türlü âlet, ışıl ışıl yanan tıraş usturaları ve en keskininden döner bıçakları…

Misafir meleklerden biri, bu manzara karşısında kendinden geçmiş. Peş peşe birkaç tekbir getirerek:

— Anlaşılan cihada gidiyorlar, demiş. Sancaklar da ellerinde tabi ki. Bunlar gerçekten de yüce insanlar, Allah için çarpışmaktan büyük şeref olur mu? Üstelik de şehitliğe can attıkları için “ölmeye geldiiiik!” diye bağırıyorlar. İyi ama düşmanları nerede? 

Rehber melek verecek bir cevap ararken, kan ter içinde kalarak kıvranmaya başlamış. Bu arada bir daha rehberlik yapmamaya da yemin etmiş elbette.

İçinden: “Önceki yorumları, çok şükür kazasız belasız atlattım ama, üçüncüsü beni helak eder” dedikten sonra, diğer iki meleğe:

— Arkadaşlar, en iyisi siz geri dönün! demiş. Yani nerden geldiyseniz oraya... İnsanları daha fazla seyrederseniz, sonra kendinizi beğenmezsiniz.