TR EN

Dil Seçin

Ara

Satır Arkası

Satır Arkası

Petrol Hırsı Eskimoları Korkutuyor!

Petrol zengini kutup bölgesinde büyük devletler arasında egemenlik mücadelesi devam ederken, binlerce yıldır bölgede yaşayan İnuitler (Eskimolar) de seslerini duyurmak istiyor.

Rus yönetiminin, Ağustos ayında iki denizaltıyı 4 km dibe indirip Rus bayrağı dikerek bölgeyi ‘fethetmesiyle’ Kutuplarda başlayan hâkimiyet kavgası, bölgenin binlerce yıllık yerlileri İnuitleri korkutuyor. Halen Rusya, ABD, Kanada, Danimarka ve Norveç, enerji zengini kutup bölgesinde hak ilan ediyor. Büyük devletlerin mücadelesi nedeniyle kendi yaşam alanları ve geleceklerinin tehlikeye gireceğinden ve Kızılderililerin akıbetine uğramaktan korkan Kutupların yerlileri Eskimolar ise, kendilerine de söz hakkı tanınmasını istiyor. İnuit Kutup Dairesi Konferansı (Inuit Circumpolar Conference (ICC) Grönland Sorumlusu Aqqaluk Lynge, “Halkım ve genel olarak dünya için, Kutuplara yönelik yerli halkın da söz sahibi olacağı bir süreç geliştirmek zorundayız” diyerek derdini duyurmaya çalışıyor.

Fakat ne çare ki, dünyanın istikbalini karartan kötücül ruhlar, çalışmalarında hız kesmeye hiç de niyetli gözükmüyorlar. Başta Shell olmak üzere petrol şirketleri, daha şimdiden bu bölgede sondaj çalışmaları yapmaya başladılar bile. Bu gidişattan korkması gerekenler sadece Eskimolar değil. Çünkü yapılanlar, tüm arzı etkileyecek sonuçlar üretme potansiyeline sahip. Bakalım, insanoğlunun kendi eliyle yaşadığı gezegeni yok etme serüvenine yine insanoğlu dur diyebilecek mi?

 

 

Kur’an: Dünyanın en güçlü kitabı

Almanya'nın önde gelen siyasi dergilerinden Der Spiegel, Kur’an-ı Kerim’i kapak konusu yaptı ve “Kur’an: Dünyanın en güçlü kitabı” başlığını kullandı. Dergi, “Savaş ve barış için sureler” alt başlığı altında da yaklaşık 20 sayfa ayırarak, İslâmiyet ve Kur’an-ı Kerîm hakkında bilgi verdi. Yazıda “Dünya üzerinde hiçbir esere Kur’an-ı Kerîm kadar saygı duyulmadığı,” da vurgulanıyor.

Der Spiegel’de yayınlanan bu yazı, Kur’an-ı Kerîm’in Batılılarca kabul gördüğü anlamına elbette gelmiyor. Ama bu nesnel tespit bir şeyi gösteriyor, o da Kur’ân-ı Kerîm’in hakikaten küresel ölçekte ne kadar etkili olduğu ve 1400 yıl öncesinden bugüne hâlâ çağları peşinden sürüklediğini.

 

 

“Dua iyileştirir mi?” tartışması

Geçen ay medyada enteresan bir tartışma yaşandı. İsmet Berkan, duanın iyileştirici gücü olup olmadığını ele alan iki yazı yazdı. Peşinden, cevap gecikmedi. “Dua ve Bilimsel Çalışmalar” başlığıyla İsmet Berkan’a cevap verildi.

“Bilimsel çizgi”den ayrılmayan bir yazar imajı çizen (!) Berkan, yazılarında, Amerikan kökenli Templeton Vakfı’nın “duaların iyileşme sağlayıcı gücü” araştırmasına yer verdi. Bu araştırma, güya çok katı bilimsel yöntemler izlenerek uygulanmış ve sonuçta, duanın hastalar üzerinde iyileştirici bir gücü olmadığı sonucuna ulaşılmış.

İsmet Berkan’ın tutumu böyle ancak, Türkiye’de bırakın dua üzerine bilimsel araştırmalar yapmayı, bu konulardan söz etmek bile bilim dışılıkla suçlanmakta, nedense Batı’daki hep az sayıdaki ‘menfî’ örnekler nazara verilmekte ve müspet çalışma ve örnekler söz konusu edilmediği gibi, Batı’daki duayla ilgili çok yönlü araştırmalarla ortaya çıkan gerçekler gözlerden saklanmaktadır.

Hakikaten, Batı’da bu konuda birbirine zıt sonuçlar veren o kadar çok bilimsel araştırma ve yayın var ki! 2000-2002 yılları arasında konuyla ilgili Psyc Lit veri tabanına dahil 1100 makale yayınlanmış, bu araştırmalardan sadece birinin sonucuna göre “duaların hastalıkları iyileştirmede bir gücü(nün) olmadığının kanıtlandığı” iddia edilmiştir! Dolayısıyla, bu iddia, tamamen sübjektif ve şahsi inancı ortaya koyan bir tercih, ve bilimi şahsi tercihe alet etmekten başka bir anlam taşımıyor.

 

 

Kral

325 numaralı asteroitte bir kral yaşıyordu. Mor kumaştan yapılmış giysisiyle tahtında otururken, oldukça haşmetli görünüyordu.

Küçük prensi görünce:

“Ah, işte halkımın bir üyesi” dedi.

“Beni daha önce hiç görmediği halde kim olduğumu nereden bilebiliyor?” diye düşündü Küçük Prens.

Kralların dünyayı çok basit bir gözle algıladıklarını bilmiyordu. Krallara göre bütün insanlar, onların emirleri altında bulunan kimselerdi.

—Saint Exupery, Küçük Prens’ten

 

 

Gece çalışması, kanserojen listesine girdi

Kapitalizmin iş hayatı üzerindeki etkisi, son yıllarda ölümcül olmaya başladı. Geçenlerde Japonya’da bir mahkeme, hükümetin, kocası fazla çalışmaktan ölen kadına tazminat ödemesine hükmetti. Nagoya Bölge Mahkemesi, Japon otomobil devi Toyota’da çalışan eşinin ölüm nedeninin fazla çalışma olduğu iddiasıyla dava açan Hiroko Uçino adlı kadını haklı buldu.

Uçino’nun avukatı, Toyota fabrikasında kalite kontrolde orta seviyeli bir yönetici olarak görev yapan Keniçi Uçino’nun işyerinde rahatsızlanmadan önce 6 ay boyunca ayda 80 saat kadar fazla mesai yaptığını söyledi.

Çok çalışmak kadar, insanı ölüme yaklaştıran bir başka etken de, gece çalışması.

Dünya Sağlık Örgütü, yaptığı araştırmalar sonucunda, gece çalışmasının kanserojen etkisi yaptığını buldu. Gece vardiyasında çalışanların kansere yakalanma riski, gündüz çalışanlarına göre çok daha yüksek. Kapitalizmin ve sanayi devriminin çalışma davranışı değiştirmesinden bu yana, işçiler gündüz çalıştıkları yetmiyormuş gibi gece de çalışmak zorunda kaldılar. Ne yazık ki bir de bunlara şimdi 24 saat üzerinden çalışan hem gündüz hem gece çalışanları eklendi. İnsan metabolizmasının kaldıramayacağı bu yükler, onu göz göre göre ölüme itiyor. Oysa, Kur’an-ı Hakîm’de Rabbimiz, insanoğluna şu hitapta bulunuyor: “Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) yapan, Odur.” (25/47) Bu âyet dikkate alındığında, dünyanın insan (işçi) hakları konusunda daha alacağı çok mesafe olduğu anlaşılıyor.

 

 

Kanada’da cips ve kolaya yasak!

İngiltere'den sonra, Kanada’nın Ontario eyaletinde ilk ve orta dereceli okullarda cips ve kola satışı yasaklandı. Kanada’nın 13 milyon nüfusuyla en büyük eyaleti olan Ontario’da Eyalet Parlamentosunda kabul edilen kararla ilk ve orta dereceli okullar ve anaokullarının kantinlerinde her türlü cips, çikolata ve kola türü içeceklerin satışı yasaklandı.

Yasak kararı ile ilgili bir açıklama yapan Eyalet Başbakanı Dalton McGuinty, besin değeri olmayan yiyecekler (junk food) olarak nitelediği mısır ve patates cipsleri, kola türü içecekler ve çikolatanın, gençlerin beden ve akıl sağlığını olumsuz etkilediğini belirtti. “Bu karar, onların asla bu tür şeyleri yiyemeyecekleri anlamına gelmiyor” diyen Başbakan, “Amacımız, gençlerin dengeli beslenmelerine katkıda bulunmaktır. Zaten karar, bu tür yiyeceklerin okullarda satışını yasaklıyor, yenmesini değil.” dedi. Benzer bir kararı, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ne zaman alacağını merakla bekliyoruz doğrusu.

 

 

Bilgisayar başında dikkatli olunmalı

Bilgisayar kullanımı, gözlerde bozulmaya ya da bunda ilerlemeye sebep olmuyor ancak gözyaşlarını kurutması nedeniyle büyük tehlikelere yol açabiliyor. Uzun süreli bilgisayar kullananları uyaran Dünya Göz Hastanesi’nden Opt. Dr. Ertan Sunay, “Bilgisayar kullanımında gözyaşı kuruması meydana gelir. Göz kırpma sayısının azalmasıyla göz yorulur. Bu durum kokain kullanan kişilerle, alkolik hastalar düzeyinde gerçekleşir” dedi. Sunay, bilgisayar başında çok zaman geçirenlere şu önerilerde bulunuyor:

Ekrana en fazla 50 dakika bakın ve 50 dakika sonrasında 10 dakikalık aralar verin. Bilgisayarınız göz hizanızdan yukarıda olmamalı, göz hizanızdan birkaç santim altı en doğru seçim. Monitörün arkasında ışık kaynağı olmamalı, ışık yandan gelmeli. Harfler en az 12 punto büyüklüğünde olmalı. Fon koyu, şekilli elementler ise açık renkte olmalı.

 

 

Bir rahip,

Don Alexis’e “Öğrencilerinize dua etmeyi öğretiyor musunuz?” demiş.

Don Alexis, şu cevabı vermiş:

“Ben, onlara bütün hayatlarını bir dua haline getirmelerini öğretiyorum.”

— Alexis Carrel

 

 

Büyüklük ayrıntıda gizlidir

Kaç kişi büyüklüğü, sıradan, basit davranışlarında, alelade hadiselerin seyrinde, hayatın günlük, rutin akışı içinde gösterebilir? Oysa büyüklük, tam da günlük alelade hadiseler içerisinde ortaya konan ayrıntıda kendisini gösterir.

“Sıradan olana büyü katmak,” sıradışı insanların işidir gerçekten. Küçük bir hareket ya da incelikli bir sözle, bizim hemencecik sıradanlaştıracağımız bir olayı, birden büyük bir ders ortamına yükseltirler.

Yaşanmış bir hatıra da, işte böylesi bir büyüklüğe işaret ediyor. Bir yazarın yaptığı röportaj sırasında yaşadığı bir ayrıntıyı okumuştum. Röportajın bir yerinde, foto muhabiri:

“Efendim, çalışırken bir fotoğrafınızı çekebilir miyim?” demiş. Aldığı cevap ise şu olmuş: “Fakat ben şu an çalışmıyorum ki!”

Ne güzel hassasiyet, çalışmadığı halde çalışıyormuş pozu vermeyi uygun bulmamış.

Neyse ki sonra kütüphaneden bir defter alıp çalışırken şöyle demiş: “Madem öyle, siz de, ben de işimizi yapayım.”