TR EN

Dil Seçin

Ara

Benim Adım Kar Tanesi

Benim adım kar tanesi. Bir bulutun karnından doğdum. Ama hikâyem, Afrika’nın uçsuz bucaksız çöllerinde başladı.

“Bir kar tanesinin hikâyesi nasıl olur da çöllerde başlar?” diye meraklandıysanız, anlatacaklarımı dinlemelisiniz. Daha önce böyle bir hikâye dinlemiş olsanız bile, dinleyin beni. Çünkü bir kar tanesinin hikâyesi, bir başka kar tanesinin hikâyesiyle—emin olun—asla aynı değildir.

Bir gün çölde bir rüzgâr çıktı. Kum tepeleri, develer gibi ordan oraya yürüyor, bir yerde kaybolurken, bir başka yerde tekrar oluşuyordu. Ben o zamanlar bir kum tanesinden çok daha küçük bir toz zerreciği idim. Kendimi bir anda rüzgârın kanatları altında buldum. Hızla gökyüzüne yükseliyor, çölün benden uzaklaşmasını heyecanla seyrediyordum.

Daha önce, hiç bu kadar yükseklere çıkmamıştım.

Yükseldim... yükseldim... yükseldim...

Yükseldim ve kendimi kocaman bembeyaz bir bulutun içinde buldum. Bulut, hem çok nemli, hem de çok soğuktu. Özellikle de, benim gibi çölden gelen bir toz zerresi için...

Bir dağ kadar büyük olan bulut, gökyüzünde hızla yol alıyordu. Denizler geçiyordum, dağlar geçiyordum, ormanlar geçiyordum, şehirler geçiyordum...

Bir gün beklenmedik bir şey oldu. Etrafımda minicik buz zerrecikleri oluşmaya ve oluşan buz zerrecikleri bana yaklaşmaya başladı. İyice yanıma yaklaşan buz zerrecikleri ise bana tutundu.

Bana tutunan o buz zerreciklerine başka buz zerrecikleri tutunuyordu. Onlara da başka buz zerrecikleri… Her tarafımdan minicik kollar uzamaya başladı. Sonra, o kolların üzerlerinden başka kollar çıktı ve onlar da uzadı. Uzayan o kolların üzerinde ise, yine başka başka kollar çıkmaktaydı.

Kısa bir süre sonra, etrafımda eşsiz güzellikte buzdan bir çiçek oluştu. Sağıma soluma baktığımda, benimle birlikte gelen sayısız toz zerreciğinin her bir tanesinin, böyle bir çiçeğe dönüştürüldüğünü gördüm. En çok şaşırdığım şey ise, hiçbirimizin bir başkasına benzememesiydi. Size, “Bir kar tanesinin hikâyesi, asla bir başka kar tanesinin hikâyesinin aynısı değildir” demiştim değil mi?

Aşağıya inme zamanının giderek yaklaştığını hissediyordum. Ancak, korkuyordum. Biz burada milyarlarca kar tanesiydik. Hep birlikte aşağıya nasıl inecektik? O kadar narin birer çiçeğe dönmüştük ki, yeryüzüne inerken kolumuz kanadımız kırılmayacak mıydı? Birbirimize çarpa çarpa şekilsiz kocaman kütleler oluşturup, aşağıda yaşayanların üzerine, bu dağ gibi buluttan, çığ gibi düşmememiz için, görünürde hiçbir sebep yoktu.

Bir ses bana, “Korkma!” dedi. “Sen minicik bir toz zerreciği idin. Seni bir kum denizi içinden, alıp bir bulutun karnında eşsiz bir çiçeğe dönüştüren Allah’a itimat et. Korkma!”

Korkmadım. Kendimi bıraktım ve her zerremde, bir melek kanadının yumuşaklığını hissettim. İçim, sonsuz bir huzurla doldu.

Nihayet sıra geldi. Buluttan aşağıya doğru süzülmeye başladım. Uçtum uçtum uçtum…

Uçtum ve içinde pek çok çocuğun, neşe içinde kuşlar gibi cıvıldaşıp oynaştığı kocaman bir bahçeye konuverdim.

Çocuklar dizlerine kadar gelen karın üzerinde koşuyor, kayıp düşüyor ve birbirlerine kar topları atıyorlardı. Sonra içlerinden birkaçı, çok büyük kar topları yapmaya başladı. Üç büyük kartopunu üst üste koyarak bir kardan adam yaptılar. Kömürden gözleri ve, havuçtan burnu olan bir kardan adamdı bu. Başında bir beresi, boynunda da, bir kaşkolu vardı.

İşte dostlar benim hikâyem bu kadar. Şimdi o kardan adamın kömür gözlerinin tam ortasında duruyorum.

Evet biliyorum bu sadece kardan bir adam. Üstelik çok yakında eriyip gidecek bir kardan adam. Ama yine de, beni, miniminnacık bir toz zerresiyken, bir bulutun karnında eşi benzeri olmayan bir kar tanesine dönüştüren; sonra bir meleğin kanatları arasında, sağ salim yeryüzüne indiren ve kardan da olsa ve pek yakında eriyip gidecek de olsa, ADAM olmayı nasip eden Rabbime hamd ediyorum.