TR EN

Dil Seçin

Ara

“İktisat Risalesi” Yazıları-4 / İsraf ve Savurganlık (Tebzir)

İktisat Risalesi'nin ekonomi öğretisine yap dediği iktisat ve kanaat, yapma dediği ise, israf ve savurganlıktır (tebzîr).

İsraf, ürüne yansımayacak şekilde kaynakları aşırı ölçüde kullanmaktır. Savurganlık ise, israfla bazen aynı manaya gelir, bazen ise, israfın daha ileri bir aşamasını ifade eder. Şöyle ki, savurganlıkta, belli bir amaç dahi gözetilmeyebilir.  

‘İsraf’ ve ‘savurganlık’ kavramlarının çeşitli tanımlarına bir bakalım, dilerseniz:

— Kaynakların, imkânların hiç kullanılmaması veya verimsiz, düzgün olmayan biçimde kullanılması.

— Gereksiz, yararsız kullanım veya harcama, yeterli sonuç, verimlilik  almaksızın kullanma.

— İnsan veya malzemenin yararsız yere kullanılması, satın alınması, maddi varlıklara tam değerini vermeksizin kullanma, noksan kullanma veya eksik değerlendirme.

— Eldeki maddi veya manevi olanakların iyi kullanılamaması,

— İnsan sağlığının, vücut gücünün zayıflaması, gerilemesi.

— Toprağın, arazinin sürülmeden olduğu gibi bırakılması.

— Argo lisanda, insan veya hayvanların öldürülmesi.

— İhmal veya tembellikten dolayı kayba uğramak.

— İmalatta aşırı fire ve atık vermek.

Tanımlarını verdiğimiz bu israf konusu, ekonomi bilimine iki teoriyle yansımıştır. Bunlardan ilki “minimum yasası,” diğeri ise, onun devamı olan “azalan verimlilik yasası”dır.

 

Minimum Yasası nedir?

Gübre endüstrisinin babası olarak adlandırılan Alman kimyacı Justus Von Liebig’e göre, bir bitkinin gelişmesini, “en kıt durumda olan bitki besin maddesi” veya daha genel bir ifade ile minimum durumda olan gelişim faktörü sınırlandırır.

Liebig bunu “fıçı örneği” ile anlatmıştır. İçinde sıvı bulunan bir fıçının (Liebig’s barrel), yan tahtaları değişik uzunluktadır. Fıçının içinde tutulabilecek maksimum sıvı miktarını fıçının en kısa boylu olan tahtası belirler. Bütün tahtaların boyu uzun, ama bir tanesinin boyu kısa olduğunda bu tahtadan sıvı akışı olacak, ama fıçının içindeki sıvı, kısa olan tahta hizasında maksimum seviyesini bulacaktır.  

İşte bitki gelişmesi için lâzım olan şeyleri bu yan tahtalara benzetirsek, o bitkideki gelişim dengesini kısa olan tahta sınırlayacaktır. 

Minimum yasası iyi bir bitki yetiştirmek için bütün gelişim faktörlerinin optimum düzeyde olması gerektiğini ortaya koyar. Yani, İslamî terminolojiyle bitkinin sağlıklı yetişmesi için, gelişmeyi sağlayan faktörlerin ne israf edilmesi, ne de cimrice kullanılması uygundur.

Öte yandan, Bediüzzamanın “kemiyet değil, keyfiyet önemlidir” sözü, fıçı örneğinde bir kez daha kanıtlanıyor. Şöyle ki, fıçının yan tahtalarının toplam uzunluğu fıçıda o nisbette sıvı tutulmasını sağlamıyor. Yani kemiyet (nicelik) önem kazanmıyor. Onun yerine, tahtaların ahenkli konumu amaca hizmet ediyor.

Liebig yasası vesilesiyle keşfedilen bir diğer israfı aşağılayan husus ise, ilahî kanunlara göre işleyen doğada bitki gelişiminde faktörlerin sadece eksik kullanımı değil, aşırı kullanımının da bitkinin büyümesini engellediğidir. Mesela, fosfor fazlalığı çinkonun faydasını azaltır. Tuzluluk oluşturan iyonların bitki gelişimini sınırlaması da buna bir örnektir. 

 

Azalan Verimlilik Yasası

Liebig’ten sonra 20. yy başında Mitschelich isimli bilim adamı yeni prensipler ortaya koydu. Bunlar bitki beslenme bilimi tarihinde önemli yer tutar ve Mitschelich Yasası olarak bilinirler.

Azalan verim yasasına göre, diğer üretim faktörleri miktarı sabitken, bir üretim faktörünün üretimde kullanılan miktarının artırılması durumunda, her ilave birimin sağladığı ürün miktarı bir noktaya kadar artar. Belli bir noktada durur ve bir noktadan sonra azalır.

Bu yasa, ekonomik hayatta ister firma bazında, isterse ülke ekonomisi bazında geçerlidir. Her ne kadar, Adam Smith, Artan Verimlilik anlayışını gündeme getirmiş olsa da, günümüzde, tarımsal üretimde ve sanayi üretiminde artan nüfusa bağlı olarak David Ricardo’nun savunduğu üzere, Azalan Verim Yasası geçerlidir.

Bu meşhur iktisat kanunu, ilk önce Anne Robert Jacques adlı bir Fransız tarafından yazıldı, daha sonra Thomas Malthus tarafından Nüfusun Genel Prensipleri adlı kitapta (Essay on the Principles of Population-1798) zikredildi.

Şimdi bir örnekle bu kanunu izah edelim:

Bir buğday tarlası hayal edelim. Tarlada tek bir adamın çalışması tüm işlerin yapılmasına yeterli olmaz. Dolayısıyla işin bölünmesi gerekir. Bunun için ikinci bir işçi istihdam edilir. Böylece, verimlilik yükselir. Çünkü her işçi görevinde uzmanlık kazanır ve zamandan tasarruf eder. Ancak, bir alet bozulduğunda veya içlerinden biri yemek molası verdiğinde, her ikisi de çalışmayı durdurmak mecburiyetindedir. Bir işçi daha istihdam edildiğinde verimlilik bir kez daha artar. Çünkü, münavebeli olarak yemek yediklerinden dolayı hasat çalışmaları süreklilik kazanır. Fakat dördüncü işçi işe alındığında, artık verimlilik düşmeye başlar. Dördüncü işçinin sağladığı kazanç, üçüncü işçinin sağladığı kazanç kadar olamaz. Buna rağmen işçi istihdamına devam edilirse, toplam verimlilik daha da düşebilir. Çünkü yeni gelen işçiler yapılacak iş olmadığından dolayı bunalırlar ve çalışan işçilerin işlerine karışmaya başlarlar.

Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi işletme planında israfın, zararları; idareli ve kanaatkâr olmanın yararları gözler önüne serilmiş olmaktadır.

Öte yandan, makro plânda israf ve savurganlığın oluşturduğu müthiş bir atık ve çöp sorunu özellikle Avrupa’da baş edilmesi zor bir düzeye ulaşmış durumda bugün. Avrupa ulusları her yıl 1.3 milyar ton çöp atmakta olup, bunun 10 milyon tonu zehirli maddelerden oluşuyor. Bu her insan başına, 3,5 tonluk bir katı atık anlamına geliyor. Ayrıca, buna 700 milyon tonluk tarımsal atığı da eklemek gerekiyor. Bu kadar atığın çevreye zarar vermeden imha edilmesi, kamu yöneticileri için ciddi problem oluşturuyor. Avrupa Birliği, en sonunda kaynakların daha idareli kullanılması gerektiğini resmen açıkladı ve uzmanlar şimdi sürdürülebilir tüketim kalıpları üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırmış durumdadırlar.