TR EN

Dil Seçin

Ara

Amazon Fatihi!.. / Dede ile Torun

Amazon Fatihi!.. / Dede ile Torun

- Dedeciğim!.. Bir sohbetimizde, Kur’an’ımızın karıncadan bile bahsettiğini söylemiştin… Şu koca bahçe ile yetinmeyerek mutfağımıza kadar sokulan bu arsız ufaklıkların nesinden bahsediyor Yüce Kur’an?..

- Öyle deme, benim hassas kalpli, ince duygulu kızım!..

Hazret-i Süleyman gibi bir Sultan Peygamber, karıncaların dilini-hâlini anlayarak, onları çiğnememek için ordusunun yolunu değiştirmiş!..

Rabbimizin yarattığı her varlık, zerreden küreye, filden karıncaya kadar, Onun taklit edilemez emsâlsiz, şanlı imzasını, mührünü taşıyor!..

Onun mahlûku ve kulu olmanın, O madalyayı taşımanın şerefi, bize de yeter, karıncaya da!..

- Bu yüzden mi onların birine bile zarar vermekten bizi men ediyorsun… İlâç falan kullandırtmıyorsun… Yuvalarının yakınına yiyecek ve su koyuyorsun?..

- Aslında, farz-ı muhâl, Hazret-i Süleyman aleyhisselâm gibi, dillerini bilseydim, onlardan ömür boyu af dilemem gerekirdi!.. Öyle olmayınca, şimdi, karıncaları da beni de hâlkeden Rabbimizden, O Afüvv-ü Kerîm’den bağışlanmamı istiyorum!..

- Güzel Dedem!.. Nedir seni böyle derin pişmanlıklara atan şey?..

- Sorma Yavrum!.. Çocuk yaşlarındaydım… Tepedeki Bağ Evi’mizin bahçesindeki karıncalar, rüyalarıma girecek kadar merakımı celbediyordu… Onların esrarlı iç âlemini, yuvalarının yapısını, karanlık dehlizlerde neler yapıp ettiklerini görmek bilmek istiyordum… Başlangıçta, iş sâdece mâsum bir tanıma, bilgilenme arzusundan ibâretti…

- Ya sonrası?.. Bu meltemin peşinden, sanki, bir tayfun kopacak gibi!..

- İşi seziyorsun!.. Ama biraz sabırlı ol… Bahçemizde iki cins karınca bulunuyordu: Biri, en büyüğü bir santim boyunda, parlak simsiyah renkli olanlar… Onlara “Karakarınca” adını uygun görmüştüm… Binlercesi bir arada, yumuşak bağ toprağına yaptıkları saray benzeri yuvalarına ot tohumcukları ve kesilmiş yaprak dilimleri taşıyorlardı… Çalışkan, disiplinli, mülayim hayvancıklardı… Uzaktaki tarlalarından yuvalarına kadar uzanan “asvalt” yollar yapmışlardı… Yâni, yürümelerine mâni olacak her kum tanesini ve ot çıkıntısını temizleyerek dümdüz “otoban”lar inşâ etmişlerdi… Bu engelsiz, tertemiz yollarda hızlı hızlı koşturuyorlar, birbirleriyle karşılaştıklarında, bir saniye durup koklaşıyor ve sonra maratona devam ediyorlardı…

- Aslan Dedem!.. Yolları açık buldun ya, haydi tam gaz ileri!..

- Haklısın!.. Yaşlılığın bir tezâhürü de, zihne binbir hatıranın hücûm etmesi, bâzı çok gerekli olmayan teferruâtın bile hevesle anlatılması olsa gerek… Beni hoş gör sabırlı çocuğum!..

- Dedem!.. Senden başka naz edeceğim, şakacıklar yapacağım kimim var?.. Sevgin, bana cesaret veriyor, müsâmahan beni böyle şımartıyor!..

- Haydi, bu da benim şakam olsun…

Senin sitem oklarını savuşturmaya çalışırken, ipin ucu kaçıverdi… Nerede kalmıştık?..

- Karakarıncaların çamur sarayında!..

- Evet… “Karakarınca İmparatorluğu”, büyük nüfûsuyla, geniş topraklarıyla ve düzenli sosyal yapısıyla, araştırmaya değer görülse de, onlara duyduğum ilgi, belki daha çok takdir ve saygı ağırlıklıydı. Zirâ ben onları, yumuşak huylu, mütevâzı, yaprakla-otla iktifâ eden, biraz “ezilmiş” ama haline râzı, sessiz itaatkâr “emekçi” sınıfına ait gibi görüyordum!.. Senin tâbirinle onlar, kopması beklenen fırtınaların uzağında, âsûde bir hayat sürmeye lâyık, hikâyemizde fazla bir rol yüklenemeyecek, ikinci sınıf figüranlardan ibâretti!..

- Peki… Gelelim diğer cins karıncalara!..

- Ah o diğerleri!.. Yumuşak bağ toprağını beğenmeyerek “şato”larını kayamsı sert toprağı oyarak inşâ eden, iri, kızıl tunç renkli, keskin, güçlü ve zehirli kıskaçlı, bahçenin her köşesini tek başlarına hallaç pamuğuna çeviren, laf aramızda, korkusuz-bahadır Amazon Karıncalarıydı!..

- Asıl vatanları Amazon Ormanları’mıymış?..

- O kadarını bilemem… Sanırım bu ismi, biz çocuklar takmıştık; nereden duyduysak…

- Bahadır, yiğit falan dedin ama, onlardan pek hoşlandığın da söylenemez… Onlarla alıp veremediğin neydi?..

- Galiba, çocuk aklımla, onları ehlîleştirmeyi, kendi “insan” gücüme râm etmeyi, dediğimi yaptırmayı plânlıyordum!..

Sınıfımızın duvarlarını çepeçevre kuşatan renkli “evrim” resimlerine bakıldığında, karınca, Tek Hücreliler’e yakın, son sıralarda yer alıyordu. Haddini aşıp benim bahçemde bu kadar afra-tafraya yeltenmesi “kabul edilemez”di!.. Gerekirse o haylazları, güç kullanarak evrimleştirir, Karakarıncalara benzetiverirdim!..

Bir de bakmışsın, Amazonlar, karınca ailesinin diğer bir “medenî” türü olarak “Kızılkarıncalar”a dönüşmüş, gitmiş!.. Renklerinin aynı kalmasında bir “sakınca” yoktu!..

- Dedeciğim, bu amansız mücâdelede kendine çok sert bir rakip seçmişsin… Bu da senin o yaşta bile yiğitliğini gösteriyor!.. “Hasmın güçlü ise, zaferin büyük olur” dersin ya hep; aynen öyle olmuş!..

- Sonunda savaş tamtam’ları çalmaya başladı!.. Mağlûbiyet, aklımın ucundan bile geçmiyordu… Câhildim ve çok cesurdum!..

- Benim Kahraman Dedem!.. Bilmeyen de Cihan Harbi filân sanacak!..

- Yetmiş yıl sonra bugün sana şunu diyebilirim ki, o minik dünyadaki minik savaş, İnsan Nesli’nin, Kâinat büyüklüğündeki dâvâsıyla alâkalı olduğu için, harplerin harbi, savaşların savaşıydı!..

- İyice meraklandım!.. Haber spikerleri bile senin eline su dökemez Tatlı Dedem!..

- Evet!.. Ortaçağ kaleleri gibi sarp yuvalarında fütursuzca çevrelerine meydan okuyan; solucan, böcek, tırtıl… ne bulursa saldıran, “etobur”, aç gözlü, lâf dinlemez Amazonların haddini bildirme zamanı gelmişti!.. “Tuğlar başa geçti, tekbir çekildi!..”

Ama, benim güzel torunumun uyku vakti de çoktan geldi, geçti…

Merakını rüyalarına senaryo yap… İnşâallah, bir başka sohbetimizde, seninle birlikte, çift koldan karıncalar ülkesine sefer edeceğiz… İyi geceler canım kızım…

- Sana da benim Amazon Fâtihi Dedeciğim!..