TR EN

Dil Seçin

Ara

Allah'ı Unutturmayan Ticaret

Allah'ı Unutturmayan Ticaret

Allah’ın zikri ile ahiret korkusu, ticaret de dahil olmak üzere, insanın bütün hayatına nüfuz etmesi gereken özelliklerdir.

 

“Öyle adamlar var ki, ne bir ticaret, ne bir alışveriş,

onları Allah’ın zikrinden, dosdoğru namaz kılmaktan ve

zekât vermekten alıkoymazlar.

Onlar, kalplerin ve gözlerin döneceği bir günden korkarlar.

Allah onları yaptıklarının daha güzeliyle ödüllendirecek ve

lütuf ve ihsanıyla bundan daha fazlasını da onlara verecektir.

Allah dilediğini hesapsız şekilde rızıklandırır.”

— Nur Suresi, 37-38

 

BİR MÜMİNİN önceliklerini özlü bir şekilde belirleyen ayetlerden biri de budur. Sadece şu ayete bakmakla bile bir insan rotasını çizebilir, çizdiği rotanın doğruluğundan emin bir şekilde hayatını planlayabilir.

Ayet, Yüce Allah’ın övgüsüne mazhar olan kulların ticaretle hiç uğraşmayan, dünya ile ilgisi olmayan kimseler olduğunu söylemiyor. Hatta bu tür işlerle az veya çok uğraştıklarından da söz etmiyor. İbni Abbas’ın (ra) dediği gibi, belki de onlar halk içinde ticaretle en fazla uğraşan kimseler de olabilirler. Sadece bu özellik, onlara artı veya eksi bir puan kazandırmaz, lehlerinde veya aleyhlerinde bir değerlendirmeye esas teşkil etmez.

Ancak onların ticaret veya dünya kazancı yanında birtakım özellikleri daha vardır ki, ayetin üzerinde durduğu şey işte bunlardır: Allah’ın zikri, namaz, zekât ve ahiret korkusu.

Daha da önemlisi, ayet, bunları ticaretin ve sair dünya işlerinin önüne geçirmekte, hiçbir dünya kaygısının bunları gölgelemesini istememektedir. Zira bize örnek olarak gösterilen kimseler, dünya işleri sebebiyle bu ahiret işlerinden geri kalmayan kimseler olarak anılmıştır. Buna göre, dünya işi ne kadar önemli, ticaret ne kadar büyük, kazanç ne kadar yüksek olursa olsun, bu hiçbir zaman Allah’ın kulunu Allah’ın zikrinden, namaz ve zekâttan alıkoymamalı, kalbinde ahiret korkusunu küllendirmemelidir.

Bunlardan Allah’ın zikri ile ahiret korkusu, ticaret de dahil olmak üzere, insanın bütün hayatına nüfuz etmesi gereken özelliklerdir. Yani, kişi belirli bir vakitte Allah’ı andıktan sonra dönüp ticaretiyle meşgul olacak, sonra yine Allah’ın zikrine dönecek değildir. O, ticaretini, alım satımını, dünyaya ait her türlü işini yaparken de Rabbini anacak, Onun buyruk ve yasaklarını hatırlayacak, emrettiği ne ise onu yapacak, yasakladığı şeyden de uzak duracaktır. Yoksa, dünya işinde dünya kanunlarını, ahiret işinde de Allah’ın kanunlarını uygulamak, işlerinde haram-helal çizgisine riayet etmeyi önemsememek gibi davranışlar, sağlam bir iman sahibinden beklenebilecek bir şey değildir.

Dininin emirlerini dünya kazancıyla çatışmadığı sürece gözetmek, ama inancıyla kazancı çatıştığı zaman ikincisini tercih edip diğerini ona göre tevil etmek, eğip bükmek veya hiç hatırlamamak, mesela dini ona borcunu geciktirmeden ödemesini yahut malındaki kusuru açıklamasını emrederken, “Ticaretin kanunları böyle” deyip bildiğini okumak da Allah’a ve ahiret gününe iman ile bağdaştırılması mümkün olmayan davranışlardandır.

Dünyaya ait işlerini görürken Allah’ı hatırlamayan, haram-helal çizgisini gözetmeyen insanlar, başka zamanlarda Allah’ı dillerinden düşürmeseler bile, bu halleriyle ancak din ve dünyayı birbirinden ayırmış, ahireti Allah’a bırakıp dünyada kendi keyfini egemen kılmış olurlar ki, bu Allah’ın af ve rahmetini değil, olsa olsa gazabını çekecek bir davranış olur.

Ayet-i kerime, son derece açık ifadelerle, Allah’ı hatırlamayı, namaz ve zekâtı hayatın merkezine yerleştiriyor ve dünya işlerinin bunlara engel olmayacak, tam tersine bunlara hizmet edecek şekilde düzenlenmesini istiyor.

Ve yine aynı açıklıkla, bunu yapabilecek kimselerin, ancak ahiret korkusunu kalplerinde taşıyan kimseler olabileceğini bildiriyor.

Öyle bir günün korkusu ki, o günde gözler ve kalpler döner, kimsenin kendi derdinden başka bir şey düşünecek hali olmaz.

Bu dünya hayatına öncelik verip onun arkasından ahirete bakanlar, o dehşeti ancak o gün geldiğinde yaşarlar.

Ahiret öncelikli insanlar ise, şimdiden yüreklerinde taşıdıkları korku sebebiyle, Allah’ı ve ahireti hiçbir zaman kendilerinden uzak hissetmezler.

İşte onlar, o günün dehşetinden emin olmaya ve Rablerinin şu ayette verdiği müjdelere hak kazanan kimselerdir:

Allah onları yaptıklarının daha güzeliyle ödüllendirecek ve lütuf ve ihsanıyla bundan daha fazlasını da onlara verecektir. Allah dilediğini hesapsız şekilde rızıklandırır.