Nuri Pakdil,
ağır bir tecrübenin damıtılmış meyvelerini sunuyor.
Yaşama sorumluluğunun altını çiziyor:
“Hayat,
hem yürünülen yoldur,
hem taşınan dağ.”
***
Schopenhauer’ın dikkat çektiği ‘diken’ ne kadar çok gülü eskitti,
ne kadar çok gülümsemeyi erteletti:
“Endişelerimizin ve kaygılarımızın yarısı
başkalarının bizim hakkımızda düşündüklerinden kaynaklanır;
bu dikeni tenimizden çıkarmalıyız.”
***
Andrey Tarkovski,
‘Mühürlenmiş Zaman’da hayatın anlamını mühürlüyor:
“Yaşam
mutlu olmak ve hep kazanmak için değil;
var olmak ve bir ruh geliştirmek için
insana tanınmış
bir süreden başka bir şey değildir.”
***
Borges, Kum Kitabı’nda
görmek için ışığın yetmediğini hatırlatır.
Daha fazlasına ihtiyaç vardır:
“Işığın iyi aydınlatmasına rağmen
odadaki eşyaları iyi görebildiğime emin değilim.
Bir şeyi görebilmek için onu anlamak gerekir.
Bir gemi yolcusu, halatları tayfalar gibi göremez.”
Hz. Âdem’e [as] esmâyı öğretmek,
eşyayı anlamak için ve
sahiden görmek için gerekliydi demek ki…
***
Hay,
haya ve
haysiyete işaret ediyor İbrahim Tenekeci.
Şiirin kalbine çağırırken,
Hay isminin iki merkez tecellisi olarak haya ve haysiyeti keşfediyor.
Arkadaşlarla otururken, konuşurken,
‘şiir ve yazıdan ziyade, evvela insanlığa çalışmamız gerekiyor’
diyorum:
‘Menfaatlerimize yahut bir başkasına değil;
derdimize, davamıza kölelik edelim.
Yaşama gerekçemiz
Hay, haya ve haysiyet olsun.’
***
Şükrü Erbaş
kalbinin sızısına kulak veriyor,
dünya ötesini hece hece çağırıyor:
“Ey güzelliğin ölümden büyük yaşama gücü
Yalnız ölenler unutur birbirini
Seni sevmeye yeni başladım.”