TR EN

Dil Seçin

Ara

Yeni Dönemde Zaman ve Mekân Algısı Üzerine

Yeni Dönemde Zaman ve Mekân Algısı Üzerine

Pandemi süreciyle birlikte uzaktan eğitim hayatımızın bir parçası haline geldi. Kısmen okula başlayan sınıflar olmakla birlikte internet üzerinden yapılan dijital eğitim ile eğitim öğretim faaliyetlerine devam edilmekte. Zihinlerimizde daha çok okul hayatı ile özdeşleşen eğitim öğretimin başka şekilde de mümkün olabileceğini yaşayarak öğreniyoruz. 

Bu dönem idareciler, öğretmenler, öğrenciler ve velileri açısından artılarıyla eksileriyle farklı farklı tecrübe ediliyor. Bakanlık yetkilileri ülkemizin sağlık alanında değişen şartları ve uzman görüşlerini dikkate alarak planlamalar yapıyorlar. Okul idarecileri buna uygun yol haritalarını belirliyorlar. Eğitimciler dijital kaynak ve materyallerle destekledikleri ders anlatımlarını sanal sınıf uygulamaları üzerinden öğrencileriyle paylaşıyorlar. Küçük sınıflardaki öğrencilerin anne baba gözetiminde ve takibinde, yetişkin öğrencilerin ise kendi eğitim hayatlarıyla ilgili daha fazla sorumluluk alarak uzaktan eğitim sürecinin bir parçası olmaları gerekiyor. 

Velilere gelince, onlar da imkânları dâhilinde sürecin takipçisi olmaya çalışıyorlar. Kısacası eğitimin tüm paydaşları için bu yeni dönemle birlikte bir değişim ve dönüşüm rüzgârının başladığını söylemek mümkün. 

Zaten hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı, “yeni normal”e alışmak gerektiği de çeşitli vesilelerle zikredilen bir husus. Henüz yüz yüze eğitimin tam olarak yapılamadığı göz önüne alınırsa, bu durumun bir süre daha devam edeceğini söyleyebiliriz. 

Dijital eğitim süreci sadece insan davranışlarını ve ilişki biçimlerini değil, klasik eğitim anlayışımızı da etkiliyor. Artık farklı kavramlar ve yaklaşımlar giriyor hayatımıza. Dijital beceriler ve dijital okuryazarlık bir gereklilik olarak çıkıyor karşımıza. 

Öğrencilerin kendi kendine öğrenme, zaman yönetimi ve kişisel kavrayış alanlarında farkındalık kazanması, belli bir yeterlilik düzeyinde olması önem kazanıyor. 

Farklı sosyoekonomik şartlara sahip olan toplum kesimleri için eğitimde fırsat eşitliğini zorlaştıran ve bazıları için imkânsız hale getiren bir durum bu aslında. Özellikle maddi anlamda bu eğitim modelini çocuklarına sunmakta zorlanan aileler açısından bakılacak olursa, uygun tedbirler eşliğinde okullarda yüz yüze eğitimin en kısa zamanda başlaması üzerinde tekrar düşünülmelidir.

Dijital eğitim aslında bir süredir sosyal hayatın içinde yaygın bir şekilde tecrübe ettiğimiz sanal dünya uygulamalarının bir boyutu sadece.  Bu bütünlük içinde düşünecek olursak hayatın pratiğine yansıyan etkilerinin yanı sıra uzun vadede zihin dünyamızı dönüştürme ihtimalinin bulunduğunu da düşünmek gerek. Şöyle ki, teknoloji çağında daha çok sanal ağlar üzerinden sanal bağların kurulduğu, insan insana ilişkilerin zayıfladığı bir vasattan geçmekteyiz zaten. Bireysel yetenek ve öğrenme hızına endeksli bir yaklaşım, bireysel başarı öykülerinin ön plana çıkması demek bir anlamda. Böyle bir durum toplumsal hayatın devamlılığı açısından sosyal bağlarla beslenen kolektif hafıza ve sosyal dayanışma ruhunun zayıf düşmesine yol açabilir. 

İnsan hem etkileyen hem etkilenen bir varlık. Yeni normal dediğimiz çevre şartlarını bir yandan inşa etmeye çalışan insanoğlu, diğer yandan bu çevre şartların etkisiyle değişmekte, dönüşmekte. İnsandan başlayan değişim sosyal yapıları ve nihayetinde toplumları yeniden şekillendirmekte. 

Kısacası yeni bir dünya kurulmakta. Bu süreçte eğitim oldukça önemli bir toplumsal kurum. Her dünya görüşünün insana, zaman ve mekana dair söyledikleri kurucu aklın unsurları olarak önem kazanıyor. Sanal ortam ve ilişkilere dayalı bir hayat düşündüğümüzde bireyselleşmiş ve belki oldukça benmerkezci, kişisel başarı hikâyesini yazmaya odaklı, sosyal bağları zayıf bir insan tipolojisi canlanıyor gözümüzde. 

Sanal ilişkiler üzerinden iletişim halinde olan bu insan tipinin zaman ve mekân algısı da değişimden dönüşümden nasibini alacaktır. Çünkü kendisinin ve muhataplarının içinde bulunduğu sanal ortamlar birbirine gerçek olarak dokunma ve insani paylaşımda bulunma imkânı tanımamaktadır. 

Sağlıklı insan ilişkilerindeki zemin kayması ve duygusal tatminsizlik neticede yabancılaşma, yalnızlık ve güvensizlik hissini ortaya çıkaracaktır. Bu nedenle insanların gerçek anlamda birbiri ile ilişki halinde olması, insani paylaşımlarla insanlığın nesilden nesile aktarılması ve aile başta olmak üzere toplumsal hayatın yapıtaşları olan sosyal kurumların sağlıklı işlemesi gelecek adına ümitvar olmamızı sağlayacaktır.

Bir kez daha anlıyoruz ki, her çağda ve her şart altında “insan” faktörü çok önemli. Her toplum öncelikle kendi ihtiyaç duyduğu insan tipini yetiştirmeyi hedefler. Dijital çağda pandemi sürecinin de zorlamasıyla uzaktan eğitim modeli başta olmak üzere dijital ilişkiler ve çalışma biçimleri hayatımızın bir parçası oldu. Kısa ve uzun vadede etkilerini yaşayarak öğreneceğimiz bu yeni yaşam biçimlerinin bizi hangi yönde değiştirebileceği hususunda müteyakkız olma ve muhtemel olumsuzluklar karşısında ne yapılabileceği üzerinde kafa yorma sorumluluğumuz var. 

Bu noktada Necip Fazıl Kısakürek’in “Zaman bendedir ve mekân bana emanettir diyen bir gençlik” vurgusu geliyor hatıra. Sağlam bir zaman ve mekân bilincine sahip kuşakların önemine ve gerekliliğine işaret eden bir ifade bu. 

Ancak bu şekilde köklerinin farkında olmak, içinde yaşadığı topluma ve en geniş manada insanlık ailesine karşı aidiyet ve sorumluluk duyguları ile bağ geliştirmekten bahsedilebilir. Toplumların geleceğe güvenle bakmasının yolu da buradan geçiyor vesselam.