TR EN

Dil Seçin

Ara

Piltdown Adamı Olayı

Piltdown Adamı Olayı

Bilim Öyküleri

 

Doktor Charles Dawson’un canı o gün çok sıkkındı. “Bulamadılar!” diyordu. “Bir türlü bulamadılar! İnsanların maymundan geldiğini ispatlayacak doğru düzgün tek bir fosil bile bulamadılar!”

Oysa zavallı Dawson, maymunların evrimleşe evrimleşe insanlara dönüştüğünden o kadar emindi ki!

Bir gece rüyasında, arkasından uzun kıllı bir kuyruk çıktığını gördü. Sevinçten naralar atarak, sokağa fırladığı gibi, Doğa Tarihi Müzesi’ne doğru koşmaya başladı. Tabii yol boyunca karşısına çıkan herkese kuyruğunu gösterip:

“İşte bakın! İnsanların maymunlardan geldiğine hala daha inanmıyorsanız şu uzun kıllı ve iğrenç kuyruğuma bir bakın!” diyordu. Fakat koşarken çarpıp düşürdüğü insanlardan bir tanesi ona öfkeyle:

“Özür dilerim ama Dr. Dawson, bu kuyruk insanların maymundan geldiğini değil; sizin bir maymuna dönüşmekte olduğunuzu gösteriyor! Bence hemen aldırmalısınız onu!” diye bağırdı...

Dawson, “Bulamadılar ama bir gün mutlaka bulacaklar! İnsanların maymundan geldiğini ispatlayan bir fosili mutlaka bulacaklar!” diye sayıklaya sayıklaya, kan ter içinde uyandı.

Yatağından fırladığında ilk yaptığı iş, koşup aynaya bakmak oldu!

“Yok hayır!” Kuyruk falan yoktu.

Günlerden bir gün, Piltdown kasabası civarındaki bir çiftliğin kenarından geçerken, yol kenarındaki bir çukurda, o civarda pek rastlanmayan cinsten iri bir çakmak taşı buldu. Daha önce, böyle taşlardan yapılma bir takım ilkel el aletleri gördüğü için:

“Hımm..” dedi. “Demek ki maymunumsu asil atalarımız, bu bölgede yaşamışlar. Eminim etrafta onlardan arta kalan birçok fosil vardır!”

Dawson çevresine bakındı ve az ötede öğle yemeği molası vermiş birkaç taş işçisi gördü. Hemen onların yanına koştu ve:

“Buraları kazıp eşelerken, eğer kemik memik bir şey bulursanız, sakın atmayın ha! O bir fosil olabilir!” dedi.

Dr. Dawson’un özlemle beklediği haber 1912 yılında geldi. İşçilerden biri, toprağı kazarken tas gibi bir şey buldu:

“Bu ne ki!”

“Hamam tasına benziyo!”

“Hamam tasının hurda ne işi var oğlum. İngiltere’de düne kadar hamam mı vardı. Senede iki kez yıkanan, temiz sayılıyordu?”

“Ne öyleyse?”

“Bence bir kafatası!”

“Öyleyse Dr. Dawson’ a haber verelim. Kemik memik çıkarsa beni arayın, dediydi ya..”

Dawson büyük bir heyecanla, çukurun başına geldiğinde, yıllardır aradığı şeyi bulduğundan emindi. Evet bu bir hamam tası falan değildi. Bu bir kafatasıydı ve kesinlikle insan-maymun arası bir mahluka aitti!

Dawson kafatasını aldı öptü kokladı sonra da kadifeden kesesine itina ile koyduğu gibi uzman Paleantelog Sir Arthur Smith Woodward’ı bulmaya gitti.

Sir Woodward, en az Dawson kadar, insanların maymundan geldiğini ispatlayacak bir fosil bulma meraklısıydı. Kafatasını görür görmez vuruldu. İlk görüşte aşk böyle bir şey olmalıydı. Nadide parçayı bir eline aldı, yukarıya doğru kaldırdı ve yere diz çökerek:

“Maymun olmak ya da insan olmak! İşte bütün mesele bu!” diye bağırdı... Sonra hep birlikte kafatasının bulunduğu çukura gidip, kazmaya çamur ve kil yığınlarını mıncıklamaya başladılar. Üç dört gün içinde aynı çukurdan, kafatasına ait başka parçalar, birkaç diş, ve bir çene kemiği buldular.

İki kafadarı en çok heyecanlandıran da bu çene kemiği oldu.

Kafatası bir insan kafatasına benziyordu ama bu çene kemiği insandan çok bir maymuna ait gibi görünüyordu. Sir Woodward’ın kafatası parçaları ile bu çene kemiğinin aynı yaratığa ait olduğundan hiç şüphesi yoktu.

“Galiba herkesin aradığı fosili biz bulduk! Bu insan ile maymun arasındaki geçiş formu! Şu ellerimde tutmuş olduğum kafatası ve çene kemiği, bizlerin büyük büyük büyük babamız... Sence buna ne ad vermeliyiz Doktor Dawson?”

“Piltdown! Onu bulduğumuz yer Piltdown olduğuna göre ‘Piltdown Adamı’ diyelim.”

Dawson ve Paleantolog Sir Woodward, buldukları kemik parçalarını araştırma merkezine götürüp birleştirdiler. Bu sırada küçük(!) bir takım problemler çıktıysa da, bunların üstesinden gelmek o kadar da zor olmadı. Ortaya çıkan kafatası gerçekten de her gören bilimadamını heyecanlandıracak cinsten bir ‘ara form’du.

İlerleyen aylarda, Piltdown Adamı, Dawson’un bile tahmin edemeyeceği kadar meşhur oldu. Zamanın gazetelerinde ve bilim dergilerinde fotoğrafları çıktı. Senelerce meşhur British Museum’da sergilendi. Herkes onun insanların maymundan evrimleştiği iddiasının en büyük kanıtı olarak baş göz üstüne koydu. Piltdown adamının 500 bin yaşında olduğu söylendi.

Dünyanın en saygın üniversitelerinden en saygın bilimadamları koşup geldiler ve bu heyecan verici fosili yakından görebilmek için, kuyrukta beklediler.

Onlardan biri olan ünlü Amerikalı Paleontolog H. F. Osborn 1935’te müzeye gelip Piltdown Adamı’nı görünce, heyecandan tir tir titreyen dudaklarından şu kelimeler döküldü:

“Doğa sürprizlerle dolu! Bu insanlığın tarih öncesi devirlerine ait en önemli buluş!”

Yüzlerce doğa tarihi dergisinde binlerce makale yazıldı. Sayısız araştırmacı Piltdown Adamı hakkında koca koca kitaplar yazdı. Sayfalar dolusu araştırma raporu dünyanın en saygın kürsülerinde incelendi. Yeryüzünde kimbilir kaç insan, Piltdown Adamı haberleri yüzünden Evrim Teorisi’ne inandı.

1949 yılında, British Museum’un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley, fosillerin yaşlarını belirlemek için yeni bir yöntem geliştirdi.

“Bu yeni yöntemi bir deneyelim” dediler ve Piltdown Adamı’nı sergilendiği camekandan çıkarıp laboratuara götürdüler.

Sonuç çok şaşırtıcıydı. Bilim adamlarının karşısında artık, insan ile maymun arasındaki ara formlardan biri değil; bilim tarihinin en büyük sahtekârlıklarından biri duruyordu!

Bu kemikler 500 bin yaşında falan değildi. Kafatası 500 yıl önce ölmüş bir insana aitti. Çene kemiği ise, çok çok 50-100 sene önce ölmüş bir orangutanındı ve toprak altında en fazla iki üç sene kalmıştı. Dişler insana aitmiş gibi görünsün diye eğe ile törpülenmişti.

Ayrıca, eski görünsün diye de, bir takım asitli sıvılar içinde bekletilmişti.

Bu gerçek açığa çıkar çıkmaz, Piltdown Adamı müzeden apar topar kaldırıldı. Ama tam kırk yıl boyunca hiçbir bilim adamı bu sahtekârlığı görememişti.

Daha doğrusu, insanların maymundan evrimleştiğine o kadar inanıyorlardı ki, başka hiçbir şeye inanmak istemiyorlardı...