TR EN

Dil Seçin

Ara

Yaratılış Kanunları

Maddi ve manevi bütün başarıların

ve saadetlerin temelinde

"fıtrat (yaratılış) kanunlanna uygunluk" yatar.

 

Yaratılışa Uyum Göstermek

"Fıtrat, fıtri ve layık olmayan şeyi reddeder, atar." (Sözler)

Ruh, beden ve kainat... Üçünde de hükmeden fıtri kanunlar var. Ve insan, ancak bunlara uymakla hayatını sürdürebiliyor, kendi varlığından ve onu kuşatan alemlerden faydalanabiliyor.

Gören ruhtur, ama gözümüzü açmadıkça göremiyoruz. Göz açmamız da yetmiyor, ışık olmadıkça yine göremiyoruz. Demek ki ruhumuz, görme faaliyetini beden ve kainatla işbirliği yaparak gerçekleştiriyor. Öyleyse, bu üçlü ittifakın sürekli olarak korunması gerekiyor. Maddi ve manevi bütün başarıların ve saadetlerin temelinde "fıtrat (yaratılış) kanunlarına uygunluk" yatar.

 

Ruh, Beden ve Kainat

Üçünün de yaratılışlarına konulan kanunlar saymakla bitmez. Her birinden bir nebze olsun söz etmekle yetineceğiz.

Ruhumuzdan başlayalım: Ruh, mahiyetini ancak Allah'ın bildiği ve bize bu konuda çok az bilgi verilen İlahi bir kanun; bedeni yönetmekle kalmayıp onu kuşatan kainatı da tefekkür ve hayal edebilen, bu yönüyle madde âlemini gerilerde bırakan bir hikmet mucizesi...

Ruhun yaratılışında "düşünmek vardır, iman etmek" vardır; "Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz" gerçeğini kavrama yeteneği vardır.

Beden yüz trilyon kadar hücreden müteşekkil büyük bir ülke. Onun sultanı olan ruh, öncelikle kendini bilecektir.

Eller, ayaklar birer manga asker gibi. Bütün neferler hareketsiz duruyorlar. Sultandan emir gelmeden hiçbiri yerinden kımıldayamıyor. Ruhtan yürüme iradesi geldiğinde ayaklar hemen harekete geçiyor, yazma iradesi geldiğinde parmaklar işe koyuluyorlar.

İşte bu hakikat bize bildiriyor ki, "beden ruhun hizmetindedir" ve fıtrata uygunluk, "bedenin ruha hizmet etmesidir."

Ruhunu bedenine hizmet ettiren, yani kalbini, aklını ve bütün his dünyasını sadece bedenin beslenmesine odaklayan kişi, fıtrata zıt bir yola girmiştir; bu çıkmaz sokaktan ise saadete varılmaz.

...

"Bilin ki, kalpler ancak Allah'ın zikriyle tatmin olur (huzur bulur)." (Ra'd Suresi, 28)

Zikir; "hatırlama, anma" demektir. Aldığımız gıda ile bedenimiz tatmin olur. Ama ruhumuz, ancak bu gıdanın, Allah'ın bir ihsanı, bir ikramı olduğunu hatırlamakla tatmin olabilir. Onun zevki, vitamin ve kaloride değil, ilim ve marifettedir.

O halde, fıtrata uygun hareket eden kimse, sadece bedenini beslemekle yetinmeyecek, ruhunun tatminine öncelik verecektir. Zira, ruh-beden ikilisinde öncelik daima ruhundur.

...

Ruh Dünyamızın Bir Başka Yönü ve Bir Hadis-i Şerif

"İnsan ihsanın kuludur."

Güneşiyle gözümüze, havasıyla ciğerlerimize, sesler âlemiyle kulağımıza, hikmetleriyle aklımıza ve ruhumuza ihsanlarını yağdıran Allah'a kul olmak fıtratın gereğidir.

Allah'ın kendilerine yaptığı ihsanlardan bizlere de tattıran varlıklı kişilere minnet ve şükran duygusu beslemek de ruhun fıtratında vardır.

Bu fıtrat, kalp kazanmanın en önemli bir şifresi, en tesirli bir reçetesidir.

İnsanlann bizi sevmesini mi istiyoruz? Öncelikle onlara, bir güler yüzle de olsun, ihsanlarda bulunalım.

"Zorbalık, sertlik, kabalık ve tahakküm," fıtratın reddettiği, nefsin ise en çok hoşlandığı zararlı hallerdir. Bunlarla birisini korkutabilir ve emrimizde çalıştırabilir; ama kalbini asla kazanamaz, muhabbet ve hürmetini asla celp edemeyiz.

 

Zorbalık ve Tahakküm Üzerinde Kısaca Durmak Gerek

Bakara Suresinde "Dinde zorlama yoktur" buyruluyor (256. ayet). Zorlama, beden için geçerli olsa bile kalp için kesinlikle geçerli değildir. Bir kişinin sırtına zorla bir yükü koyabiliriz, ama aklına bir fikri, hele kalbine bir inancı zorla yerleştiremeyiz. Halk arasında ibretli bir söz vardır: "Atı suya zorla sokabilirsiniz, ama ona zorla su içiremezsiniz."

"Dinde zorlama yoktur" ayetindeki temel mesaj, vicdanlara baskı yapılmamasıdır. Bununla birlikte, bu ayet sadece dinî konulara mahsus olmayıp, her hususta geçerli olan temel bir kanundur.

Büyük müfessir Elmalılı Hamdi Efendi, bu ayeti tefsir ederken "Cins-i ikrah dinde yoktur" der. Yani ikrah (zorlama) denen şey, bütün çeşitleriyle, dinin reddettiği bir yanlış uygulamadır. Buna göre, bu ayet-i kerime, "Zorlama, dinde yoktur" manasını da ifade etmekte, inanç dahil, bütün sosyal meseleler için zorlamanın reddi manasını taşımaktadır.

Özellikle, babaların çocuklara zor kullanmalarının ve onları her vesileyle azarlayıp dövmelerinin çok tehlikeli sonuçlar doğuracağını bir yetkiliden bizzat dinlemiştim.

Şöyle demişti:

Çocuk, böyle bir uygulama neticesinde zamanla babasına düşman kesilir. Çocukluğunda ona karşı koyacak gücü yoktur; ama belli bir yaşa geldi mi, artık babasından öc almaya başlar. Babası neden hoşlanmıyorsa onu yapmaya başlar. İçinden gelmese de sırf babasını üzmek için sigara içer, içki içer. Daha sonra, zamanla bu kötülüklere alışır, müptela olur, terk edemez hale gelir.

Terbiye konusunda baskının yersiz ve geçersiz olduğu şu ayet-i kerimelerle en güzel şekilde ortaya konulmuştur:

"Resulün vazifesi ancak apaçık tebliğdir." (Nur Suresi, 54)

"...Biz seni onların üzerine muhafız yapmadık. Sen onların üzerine bir vekil de değilsin." (En'am Suresi, 107)

Bu ayetlerin muhatapları hep Allah'ın kulları... Onların bedenlerini bütün bir kainattan süzen O... Ruhlarını yaratıp bedenlerine sultan yapan da yine O... Ve konuşan, Allah Resulü...

Buna rağmen, Allah, dünya imtihanının bir gereği olarak, kullarını "inanıp inanmamakta" ve "kendisine itaat veya isyan etmekte" serbest bırakmış. Bir kul, dilerse hayır işleyebiliyor, dilerse şer.

Bizim, terbiye etmeye çalıştığımız kişiler üzerindeki hakkımız ve hakimiyetimiz, İlahi hukuk ve hakimiyet yanında sözü edilmeyecek kadar basit, sathi ve zayıf kalıyor. Buna rağmen, tahakküm ve zorlama yoluna gidiyorsak, "fıtrata zıt hareket ediyoruz" demektir.

İnsanları yaratan ve fıtratlarını öylece tanzim eden Allah, bütün peygamberlerine, sadece tebliğde bulunmalarını, zor kullanma yoluna gitmemelerini tavsiye ederken, bizim haddimizi bu derece aşmamız fıtrata zıt düşüyor. Bunun içindir ki, müessir olamıyoruz, kendimizi sevdiremiyoruz ve fikrimizi kabul ettiremiyoruz.