TR EN

Dil Seçin

Ara

Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri / Röportaj

Efendimiz (sav), bütün insanlığa gönderilmiş ve mucizeleri, kendisinden önceki peygamberlerin mucizelerinden çok farklı şekillerde tecelli etmiştir. Eski peygamberlerin mucizelerini, sadece onların çağdaşı olan veya onlardan sonra gelen yakın nesiller görmüştür. Fakat Efendimiz (sav) Hatemü’l-Enbiya’dır. Yani ondan sonra Peygamber gelmeyeceği için, mucizeleri de kıyamete kadarki her asırda çeşitli şekillerle tezahür edip ebede uzanacaktır.

Bir Yahudi veya Hristiyan’dan Hz. Musa veya Hz. İsa’nın (as) mucizelerini göstermelerini istesek, “Bunu bizden istemeyin, çünkü imkânsız.” diyeceklerdir. Evet, Hz. Musa’nın asasını bulmak veya ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesi için İsa aleyhisselâma baş vurmak, elbette mümkün değildir! Çünkü bu konuda elimizde sadece tarihî haberler vardır.

Oysa ki Peygamberimizin en büyük mucizesi olan Kur’an, her Müslümanın elinde, kalbinde ve hafızasındadır. Müslüman onunla yaşar, onunla ölür, onunla kabir engelini aşar ve ebedî saadete ulaşır. Çünkü Kur’an, bir kelimesi dahi değişmemiş Allah kelâmıdır ve kendisine tâbi olanların kurtarıcısıdır.

Kur’ân’ın takip ettiği yol, usul ve ilim, onun mucizesidir. Âyet-i Kerime’de Efendimize hitaben: “Allah, sana indirdiğine (Kur’an’a) şahitlik eder. Onu kendi ilmiyle (yüklü olarak) indirmiştir.” (Nisa, 166) buyrulur. Asrımız insanlarının, araştırmacı, ilim adamı ve fikir öncülerinin, Kur’ân’da mevcut olan ilimleri, bu asrın en modern imkânlarıyla incelemeleri mümkündür.

Yukarıdaki resmin A şeklinde, üzerinde diş izlerine benzeyen yapısıyla 28 günlük insan embriyonunu görüyorsunuz.

B şeklinde ise embriyonun plastik modeli üzerinde diş izleri bırakılmış.

Aradaki hayret verici benzerlik Kur'an'ın insan embriyonundan neden "bir çiğnemlik et" olarak bahsettiğini açıklarken, benzetmelerin dahi bilimsel anlamları olduğunu gösteriyor.

 

İNSAN EMBRİYONU

Profesör Keith L. Moor, Kanada Toronto Üniversitesi anatomi ve embriyoloji profesörüdür, anatomi ve embriyoloji bölüm başkanlığı yapmaktadır. Bu alanında yazdığı 8 kitap, tıp öğrencilerine kaynak kabul edilir. Kitaplarının bazıları 6 ilâ 8 dile tercüme edilmiştir.

Bu zat, dünyada anatomi ve embriyoloji sahasındaki en büyük bilim insanlarından biridir. Onun, daha sonra âyet ve hadislerin ışığında kaleme aldığı kitabı, bütün dünya ülkelerinde hayret uyandırmış ve çok kısa bir sürede sekiz dile birden tercüme edilmiştir. Keith Moor, ceninle alâkalı âyet (Müminun, 12-14; Zümer, 6; Hacc, 5) ve hadisleri ilk duyduğunda son derece şaşırmış ve aynen şunları söylemiştir:

“Muhammed’in (sav) 1400 sene önce ‘cenin’i, onun hâl ve durumlarını son derece açık ve net bir şekilde anlatması nasıl mümkün olur? Bilim adamları bu meseleyi daha 30 sene önce keşfetti.”

Keith Moor’un bu hayret ve dehşeti, kısa zamanda hayranlığa dönüştü. Bilimsel toplantılarda bu görüşlere sahip çıktı ve davetli olduğu Kral Abdülaziz Üniversitesi “Cenin Biliminin Kur’an’daki Âyet ve Hadislerle Uygunluğu” isimli bir konferans verdi. Kürsüye gelen Moor, şunları söyledi:

“Cenin hakkında Kur’an ve hadislerdeki açıklamalar, Hazreti Muhammed’in, Allah tarafından vazifeli olduğunu kesin olarak göstermektedir. Zira onun apaçık haber verdiği bilgiler, daha yeni keşfedilmiştir. Diğer bir ifadeyle bu durumun, Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğundan başka bir izahı yoktur.”

Prof. Dr. Keith L. Moor, alaka safhasında bulunan bir ceninin kan pıhtısına son derece benzediğini keşfetmiş ve bir kan pıhtısı resmini getirip ceninin alaka safhasındaki resminin yanına koyarak aradaki hayret verici benzerliği kongre üyelerine göstermiştir. Keith L. Moor, bu safhadaki cenininin anne rahminde asılı bulunduğunu da açıklamıştır. Moore’u bu konuda hayrete düşüren ve Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu ispatlayan nokta, ‘alaka’ ifadesinin Arapça’da ‘pıhtılaşmış kan’ anlamına gelmiş olmasıdır. Yine Profesör Moor, alaka merhalesindeki ceninin damarlarda hapsedilen bir kan görünüşünde olduğunu ve bunun en iyi tarifinin ‘kan pıhtısı’ şeklinde belirtileceğini söyleyerek şöyle devam etmiştir:

‘Alaka’ ismiyle, ceninin bütün vasıfları tamamlanmaktadır. Bunları Hz. Muhammed’e kim haber vermiştir?

Prof. Moor, ceninin Kur’an’da ‘bir çiğnemlik et’ şeklinde tarif edilen ‘mudga’ safhasından bahsederken, yanında getirdiği bir miktar kuru çamuru ağzında çiğnemiş ve sonra üzerinde diş izleri bulunan çamuru, ceninin o safhasındaki bir fotoğrafı ile karşılaştırarak Kur’an’ın bu benzetmesi karşısında hayranlık duymamanın mümkün olmadığını belirtmiştir.

Moor, Kanada Televizyonunda düzenlenen üç ayrı programında da:

“Kur’an-ı Kerîm, ilmin bugün keşfettiği şeyleri, 1400 sene önce apaçık ifade etmiştir.” deyince, program yöneticisi kendisine: “Efendim, bunun anlamı, Kur’an’ın Allah kelâmı olduğuna inanmanız mıdır?” diye sormuştur. Moor’un cevabı son derece kısadır: “Bunu kabul etmekte hiç bir zorluk çekmedim.”

Hemen ikinci soru gelir arkadan:

“Siz, İsa’ya (Mesih’e) inandığınız halde, nasıl olur da Muhammed’e (sav) iman edersiniz?”

Cevap, yine kısa ve özlüdür:

“İkisinin de aynı okuldan olduğuna iman ediyorum.”

Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu kabul eden başka bir bilim insanı da, dünyaca meşhur jeoloji uzmanı Prof. Dr. Alfred Croner’dır.

Biz, bu bilim insanıyla buluştuğumuzda, uzun uzun konuştuk. Sonunda bize, Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunda şüphe duyulmaması gerektiğini belirtti. Özellikle “Kâfirler; gökler ve yerler bitişikken onları ayırdığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı bilmezler mi? Hâlâ iman etmiyorlar mı?” (Enbiya, 30) âyetinin, jeoloji bilimi açısından apaçık bir mucize olduğunu ifade ederek şöyle dedi: “Bu Kur’an’ın, okuma ve yazması olmayan Hz. Muhammed tarafından yazılması mümkün değildir. Bu bilgileri o çağlarda insanların bilmesine imkân yoktur.”

KAİNATIN YARATILIŞI

Tokyo'dan Prof. Dr. Yushidi Kozai’ya, yaradılışın başlangıcıyla ilgili birkaç âyet sunduk; gökyüzünün vasfını ve yerin gökle alâkasını bildiren âyetler. Bizimle birlikte bu âyetleri okuduğunda, bize Kur’an’ın ilk iniş tarihini sordu. Kendisine 1400 yıl önce indiğini söyleyerek gerekli açıklamaları yaptık.

Bizi uzun bir süre dikkatle dinleyip bazı sorular sorduktan sonra görüşlerini ifade etti ve dedi ki:

“Kur’an, kâinatı ilmin en yüksek noktasından tasdik ediyor. Onun nazarında her şey keşfedilmiş. Bu Kur’an’ı gönderen, kâinattaki her şeyi biliyor. Ondan gizli kalmış bir şey yok.”

Prof. Dr. Yushidi Kozai’ye, kâinatın ilk hâli konusunda sorular sorduk. Bize yıldızları göstererek, onların dumandan yaratıldığını söyledi ve uzay araştırmalarından elde edilen bir yıldız resmi üzerinde bilgiler vererek:

“Bu yıldız da diğerleri gibi dumandan yaratılmıştır.” dedi. “Toplanma başlangıcındaki dumanın etrafında bulunan kırmızı çevreye bakın, görünür hâle gelmeye başlamış. Parlak yıldızlar da önceden dumandı. Kâinatın tamamı dumandı.”

Profesör Kozai’ye açıklamalardan sonra şu âyeti okuduk:

“Sonra Allah’ın iradesi, duman hâlindeki göğe yöneldi. Semaya ve yere ‘isteyerek veya istemeyerek gelin’ dedi. Onlar da isteyerek geldik dediler.” (Fussilet, 11)

Sonunda bu âyet hakkında fikrini sorduk:

“Bilim ilerledikçe, kâinatın sırlarını keşfetmektedir.” dedi. “Halbuki bu sırların pek çoğu Kur’an’da söylenmiş. Kur’an’ın beşerî bir kaynaktan olması mümkün değil. Ben kâinatı inceleme konusunda yeni bir metot tanıdım: Kur’an’ı daha geniş bir şekilde inceleme metodu. Sadece birkaç meselede değil, ona bir bütün olarak mutlaka bakmamız gerekir. Kur’an’da kâinatla ilgili âyetleri okuduktan sonra, gelecekteki araştırmalarımı bu konuya yöneltmem gerektiğini anladım.”

ABD’de Uzay Bakanlığında çalışan Prof. Armstrong, ABD’nin Astronomi konusunda en meşhur bilim adamlarından biridir. Kendisiyle buluştuk ve uzmanlık alanıyla ilgili birkaç âyeti kendisine takdim ederken, demir konusunda bilgi rica ettik. Bize şöyle dedi: “Yeryüzündeki bütün elementlerin nasıl meydana geldiğini anlatabilirim. Söyleyeceğim şeyleri ispat etmek için birçok deneyler yapılmıştır. Çeşitli elementlerin, küçük parçaların, elektron ve benzerlerinin biraraya gelebilmesi için enerjiye ihtiyaç vardır. Demirin meydana gelmesi için gerekli enerjiyi hesap ettiğimizde, hayretle gördük ki, bunun için şimdiki güneş enerjisinin toplamının 4 katı fazla enerji gerekmektedir. Ne Dünya’daki, ne Güneş’teki, ne Ay’daki ve ne de diğer gezegenlerdeki bütün enerjilerin toplamı, demirin ortaya çıkması için gerekli enerjiyi karşılayamamaktadır. Aksine bütün bu enerjilerin toplamının 4 katına ihtiyaç vardır. Bu yüzden bilim insanları, demirin yeryüzündeki en garip element olduğuna inanırlar. Yeryüzünde meydana gelmediği halde yeryüzünde görülen bir garip element.”

Armstrong’un verdiği bu bilgiler üzerine, kendisine şu âyeti arzettik: “Büyük bir kuvvet ve insanlar için çok menfaatli bulunan demiri indirdik.” (Hadid, 25)

Armstrong’a başka sorular da sorduk. O bize gerçekleri anlattıkça, biz de ona ilgili âyetleri okuyorduk. Bizi tasdik etti. Sonra ona dedik ki: “İşte siz modern uzay biliminin gerçeklerini bizzat kendiniz gördünüz. Bütün bunları çeşitli araştırma ve tecrübelerle elde ettiniz. Halbuki aynı hakikatleri, Kur’an’ın 1400 sene önce söylediğini de gördünüz. Bu kitap hakkında ne dersiniz?”

Şöyle cevap verdi: “Evet, evet zor bir iş. 1400 sene önce Hz. Muhammed’e gelen bu ilmin beşerî bir kaynaktan geldiğini tasavvur etmek zor bir iş. Mutlaka bu kaynakların ötesinde bir kaynağın bulunması gerek. O kaynak, yerdeki ve gökteki sırların inceliklerini bilen bir kaynak olmalıdır.”