TR EN

Dil Seçin

Ara

Duygusal Rehberlik

Günümüzde duygusal rehberlik kavramı çocuk yetiştirmekte giderek öne çıkıyor. Çocuklarının duygularını anlayamayan anne ve babalar, onların duygusal gelişimine de katkıda bulunamıyor, dahası çocukların kendi duygularını tanımaları ve onlarla yüzleşmeleri konusunda da yetersiz kalmalarına yol açıyor.

 

EMPATİNİN GÜCÜ

Zeki Bey, kızı Meryem ve eşi Emine Hanım ile şehirlerarası yolculuktadır. Dört yaşındaki kızı Meryem, otobüsün bagajındaki oyuncak bebeğini ister. Zeki Bey ve Emine Hanım yolculuğun ve küçük oğulları Ali’nin telâşından, Meryem’in bebeğini bavulla bagaja vermişlerdir.

Zeki Bey, “Kızım, maalesef bebeğini şu anda veremeyeceğim çünkü bavulun içinde. Ulaşamayacağımız bir yerde.” diyerek açıklama yapar. Meryem ise “Bebeğimi istiyorum.” der tekrar. Zeki Bey, “Anladım Meryemciğim, bebeğini istiyorsun ama otobüsten inene kadar bebeğini bavuldan alamayız.” Cevap gecikmez: “Bebeğimi istiyorum, bebeğimi..” diye mızmızlanır Meryem. Ayağa kalkmak ister. Bu arada su şişesini yere düşürür. Zeki Bey, beynine doğru kan damarlarının kanı artık daha hızlı pompaladığının ve yavaş yavaş yüzünün kızarmaya başladığının farkına varır. “Bebeğini istiyorsun, ama şu an burada değil ve elim kolum bağlı kızım. Neden dışarıdaki ağaçları seyretmiyorsun biraz da?” diye sorar. “Ağaçları değil, bebeğimi istiyorum.” diye bağırır Meryem kızgınca.. “Şimdi istiyorum!”

Diğer yolcuların da rahatsız olduklarını homurdanmalardan anlayan Zeki Bey kendini iyice kötü hisseder. Diğer tarafta kucağında küçük oğulları Ali’nin uyuduğu hayat ve yol arkadaşı Emine Hanım ile çaresizce göz göze gelirler. Zeki Bey, istediğine ulaşamamış yüzü kızgınlıktan kızarmış Meryem’e bakar ve aslında kendini ne kadar da sıkılmış ve sıkışmış hissedebileceğini; bu uzun yolculukta, Meryem’in normalde oynamayı çok sevdiği bebeği isteyeceğini nasıl akıl edemediğini düşünür. Kendini kötü hisseder. Ne yapabileceğini düşünür ve en çok sevdiği bebeği ile oynayıp rahatlayamıyorsa da Meryem’in kendini iyi hissedeceği başka bir seçeneği, baba şefkati ve anlayışını, ona vermeyi kararlaştırır. “Bebeğini istiyorsun değil mi Meryemciğim?” , “Hı hı..” der üzgün bir şekilde küçük kız. “Ve onu sana veremediğimiz için oldukça kızgın olmalısın.”, “Hı hı..” “Hemen şimdi bebeğinin senin yanında olmasını isterdin değil mi kızım?”, “Eveet” diye mırıldanır kız, “Şimdi istiyorum.” “Meryemciğim, yolculuk seni bayağı yordu, canın sıkıldı. Sen de bebeğinle oynamak, saçını örmek istiyorsun. Ben de bebeğinin şimdi burada yanımızda olmasını istiyorum. Hatta şu küçük koltuklardansa, senin odanda, tüm oyuncaklarınla, annen kardeşin sen ve ben hep beraber oyun oynayıp rahatlamak, iyi vakit geçirmek isterdim.”, “Ben de” deyip aynı fikirde olduğunu gösterir kız. Babası kızının başını okşar, sırtını sıvazlar; Meryem’in kendini anlaşılmış hissetmesinin verdiği rahatlığın yavaş yavaş küçük kızın yüzüne oturduğunu fark eder. Kısa bir süre sonra Meryem uyuklamaya başlar.

Meryem dört yaşında olmasına rağmen ne istediğini gayet net bir şekilde biliyordu: o bebeğini hemen şimdi istiyordu. Bebeği elde edemeyeceğini fark ettikçe, Zeki Bey’in açıklamalarını dinlememeye başladı; öte yandan Zeki Bey’in onu anladığını, isteklerinin farkında olduğunu, fark edince giderek rahatladı. Zeki Bey de empatinin gücünü yaşayarak görmüş oldu.

 

DUYGULARI GÖRMEZDEN GELMEK

Bir an için, içinde empatinin yaşanmadığı, anne-babanızın sizden hep mutlu ve sakin olmanızı beklediği, üzüntü ya da öfkenin başarısızlık sayıldığı veya ayıplandığı bir evde büyüdüğünüzü hayal edin. Sizin her zaman olaylara pozitif tarafından bakmanızı öneren, şikâyet etmenize izin vermeyen, dertlerinizi, sıkıntılarınızı dinlemek istemeyen büyükler tarafından yetiştirildiğinizi ve çocuk gözüyle anne-babanızın kesinlikle haklı olduğunu düşünerek büyüdüğünüzü.

Asıl problem ise hayatın hep de olumlu şeyler getirmediği…

Meselâ: küçük kardeşinizin odanıza girip yeni bitirdiğiniz ödevinize zarar vermesi, çok sevdiğiniz oyuncağınızı kırması, okulda yapmadığınız bir şeyle suçlanmanız, en yakın arkadaşınızın size küsmesi, anne-babanızın sizsiz tatile çıktıklarında sizi de kendi anne-babalarına bırakmaları, annenizin sürekli evin temizliği, kendi ailesi, babanızın ise fanatik olduğu takım ve maçları ya da memleket meseleleri hakkında konuşması gibi.

Tüm bunlar olurken sizden beklenen ise hiç sıkılmamanız, üzülmemeniz, öfkelenmemeniz olur. Okuldaki sorununuzu anlatmaya başladığınızda babanızın, sadece “Acaba ne yaptın da öğretmenin sana herkesin içinde öyle bağırdı.” veya katıldığınız basketbol turnuvasında kaybedince annenizin de sadece “Aman canım, önemli değil; seneye kazanırsın.” demeleri ile siz de çenenizi kapamayı ve yaşadıklarınızı paylaşmamayı öğrenirsiniz. Okulda bir sorun yaşamış iseniz eve geldiğinizde doğrudan odanıza gider, dertsizlik maskenizi takar, akşam yemeğine oturursunuz. Aileniz, “Okul bugün nasıldı?” der siz de “İyiydi.” dersiniz. Babanız “İyi, aferin.” deyip sizden tuzu uzatmanızı ister.

Böyle bir evde büyüdüğünüzde ne öğrenmiş olursunuz? Öncelikle anne-babanıza pek de benzemediğinizi düşünürsünüz; çünkü onların sizinkiler gibi kötü ve tehlikeli duyguları yoktur; ayrıca bu tehlikeli ve kötü duygularınızdan dolayı siz pek de iyi biri sayılmazsınız. Sizin üzüntüleriniz, öfkelenmeleriniz ve korkularınız aslında onların ‘mükemmel’ dünyalarını bozmaktadır.

Siz anne-baba olduğunuzda, siz de kendi çocuklarınızla ne hissettiğinizle ilgili konuşmazsınız. Bu da sizi ve onları yalnızlığa iter. Aslında siz mutluluk rolü yaptığınızda herkes iyi olacağından, bu sizi kendinize, eşinize ve çocuklarınıza ‘mesafeli’ kılacak olan rolü oynamaya iter.

Yaşınız büyüdü diye çocuklukta hissettiğiniz duyguları tatmayacak mısınız? Doğum gününüzde istediğiniz hediyeyi alamazsınız, işyerindeki arkadaşınız sizin arkanızdan dolap çevirir, çok sevdiğiniz anneannenizi kaybedersiniz, akrabanız kaza geçirir.

Ama siz hâlâ o ‘kötü’ hisleri hiç yaşamamalısınız. Dolayısıyla bu hisleri ustaca saklayabilecek, bırakın çevrenizle, kendinizle bile paylaşamayacak kadar saklayacak hâle gelirsiniz. Fakat saklayabilmiş olmanız, onların yok olduğu anlamına gelmez. Onlar oradadırlar ve yaşanmayı, paylaşılmayı bekliyorlardır. Televizyon seyretmek, yemek yemek, internete girmek, oyun oynamak bunları görmezden gelme stratejilerinden en etkili olanlarıdır.

 

EMPATİ SAKİNLEŞTİRİR

Peki ya her şey daha farklı olsaydı? Beraberce yaşarken anne-babanız empati yapmayı tercih etmiş olsalardı? Size gerçekten kendinizi nasıl hissettiğinizi öğrenmek için ‘Nasılsın?’ diye sormuş olsalardı. Siz de rahatlıkla ‘Zor bir gündü.’ diyebilmiş olsaydınız ve derdinizi çözememiş olsalar bile dinlemiş ve anlamış olsalardı.

Okulda arkadaşınızla sorun yaşamışsanız, anneniz aranızın nasıl bozulduğunu, sizin kendinizi nasıl hissettiğinizi ve mümkün çözüm önerilerini konuşmuş olsa; okulda bir yanlış anlaşılma yaşandıysa, babanız hemen öğretmenin ‘taraf’ına geçmeyip, sizi dinlemiş olsa; katıldığınız basketbol turnuvasında yenildiğinizde, kendi çocukluğunda onun da benzer tecrübeler yaşadığını ve tüm arkadaşlarının önünde sahadan yenik ayrılmanın zor ve huzursuz edici yönlerini kendinden de örnekler vererek anlatsa; küçük kardeşiniz oyuncağınızı kırdığında, anneniz size sarılsa “Ne kadar kızgın olduğunu tahmin edebiliyorum. Oyuncağını çok sevdiğini biliyorum. Üzülmen gayet doğal, senelerdir onunla oynuyordun.” dese büyük ihtimalle kendinizi pek de ‘yalnız’ ve ‘anlaşılmamış’ hissetmezdiniz herhalde. Anne-babanızın size her zaman destek için orada olduklarını bilir ve kendinizi iyi hissederdiniz.

İşte empati kısaca insanın karşısındakinin yerine kendini koyabilmesidir. Empatik anne-babalar olarak bizler çocuklarımızı gözleri yaşlı gördüğümüzde kendimizi onun yerine koyabilirsek, canının aslında ne kadar yandığını; öfkeden ayağını yere vurduğunda, ne kadar kızgın olduğunu anlayabiliriz. Onlarla böyle yakın ilişki kurabilirsek, onlar da hislerinin anlaşıldığını fark edip, daha kolay sakinleşebilirler.

Anne-babalar kendi duygularının farkında olacak ki çocuklarının duygularının da farkında olabilsinler.

Konu duygular olunca babaların bir kısmı havlu atmaya hazırlanır. Havlu atmadan önce şu yapılan araştırmayı okumak iyi olabilir.

Bir grup evli çifti tartışırken kameraya çekmişler. Sonra her bir eşe film izlettirilip, her bir anda ne hissettiklerini ve ne kadar şiddetli hissettiklerini belirtmeleri istenmiş.

Sonra her bir eş diğer eş için aynı şekilde tahminde bulunmuş. Ve sonuç! Hem kadınlar hem de erkekler, eşlerinin duygusal tecrübelerini doğru tahmin edebilmişler.

Genel kanının aksine erkekler de kadınlar kadar kimin ne hissettiğini fark edebiliyorlar. Yâni erkekler de kadınlar kadar empatik olabiliyorlar; erkekler de kadınlar gibi aynı insanî duyguları iç dünyalarında benzer şekilde yaşıyorlar; ama ifade ediş şekilleri farklı oluyor. Bu farklılık biraz da sosyal olarak onlardan beklenen ‘maskülen’ rolün zedelenmesi çekincesinden geliyor denebilir.

Değerli Babalar, sizler de çocuklarınız için birer duygusal rehbersiniz ve olmalısınız da. Aslında duygularınızın farkında olmak belki bir kısmınız için yeni bir şey olmayacak ama önemli olan zaten orada var olan duyguları uygun şekilde yaşayabilmek.

 

KONTROLÜNÜ KAYBETME KORKUSU

Üzüntü, öfke, korku hislerinin yüz üstüne çıkması, anne-babaya kontrolü kaybedeceklermiş hissi verebilir. Çünkü çocuklarının kendilerinden uzaklaşacaklarından veya çocuklarına zarar verebileceklerinden çekinebilirler.

Bir çalışmada kontrolünü kaybeden anne-babaların ortak özellikleri şöyle çıkmıştır:

- Öfke, üzüntü, korku duygularını çok sık yaşarlar.

- Bu hisleri çok yoğun hissettiklerine inanırlar.

- Yoğun duygular hissettikten sonra sakinleşmeleri pek mümkün olmaz.

- Bu duyguları hissederken hiçbir iş yapamaz, yapsalar da beğenmezler.

- Duygularına karşı hep savunma hâlindedirler.

- Sâkin, anlayışlı gibi davrandıklarını zannedebilirler ama sadece rol yapıyorlardır.

- Aslında bu duyguyla başa çıkabilmek için desteğe ihtiyaçları vardır.

Böyle anne-babalar kontrollerini kaybedeceklerinden korktuklarından ‘süper’ ebeveyn rolünü üstlenirler ama ne gariptir ki çocuğun şahit olacağı şekilde eşlerine karşı öfkeli ve şiddetli davranabilirler. Öfkelerini saklamaya çalışırlarken, çocukları ile paylaşabilecekleri ‘o’ anları kaçırırlar. Böylece çocuk da kendi duygularıyla nasıl başa çıkabileceğini öğrenecek bir model eksikliği içinde büyür.

Sürekli kendisini eleştiren, hiçbir şey beğenmeyen anne-babanın elinde büyümüş olan kendine güveni pek de yüksek olmayan Özge de evde en ufak bir terslik olduğunda hemen bağırıp, çağırıyordu.

Bunun bir sorun olduğunun farkına sekiz yaşındaki oğlunun okulun rehberlik servisine sevk edilmesi ile vardı. Oğlu bir sorun olduğunda bunun ancak bağırıp çağırılarak çözülebileceğini annesini model alarak öğrenmiş, okulda da hem arkadaşlarına hem de öğretmenlerine karşı bunu kullanıyordu.

Özge öfke, korku, kıskançlık gibi duygularının farkına varıp, bunlarla uygun şekilde başa çıkamadığından, oğlu da kendisini örnek almıştı. Yine de bu başa çıkma yöntemine geçmek pek de kolay olmadı. Özge bunu uçakta bir sorun olduğunda çocuktan önce oksijen maskesini ebeveynin takması gerektiğine benzetti. Önce ebeveyn kendi duygularının ve yaptıklarının farkına varacak ki çocuk da kendini tanıyabilsin ve model alarak çözüm ve başa çıkabilme yollarını öğrenebilsin.

Duyguların ifadesinde anahtar faktör, bunun çevrenizle olan ilişkinize zarar vermeyecek bir üslupla yapılabilmesidir. Bunu yapabilirseniz çocuğunuza; (1) Güçlü olumsuz duygularla başa çıkılabileceğini ve (2) Çocuğunuzun sizin için önemli olduğunu hissettirebilmiş olursunuz.

Bir diğer önemli faktör de çocukla tam da böylesi bir durumdayken, poposuna vurmanın, aşağılamanın, küfretmenin, alay etmenin araya aşılması zor duvarlar öreceğinin farkında olarak ilerlemektir. Eğer konuşurken kafanız dağılmışsa, fiziksel veya psikolojik olarak çocuğunuza veya eşinize zarar verebilme ihtimalini fark ettiyseniz, bu konuşmayı mutlaka erteleyin.

Son olarak ‘affedici’ olmanın ilişkileri tedavi edici gücünü de zaman zaman kullanmaktan kaçınmayın. Eşinizden veya çocuğunuzdan, ona karşı yaptığınız yanlış davranışınızdan ötürü özür dilemekten çekinmeyin. Böylece çocuk da hata yapıldığında ilişkinin nasıl tamir edilebileceğini öğrenmiş olur.

Duygusal farkındalığa tam anlamıyla sahip olabilmek ömür boyu devam edebilecek bir süreçtir. Çünkü her bir tecrübeden çıkarılabilecek farklı bir ders, kazanılacak daha derin ve farklı açıdan bakılabilecek bir içgörü mutlaka kazanılabilir.

(Psikolojik Danışman Feyza Bağlan ve Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Kemal Sayar)