TR EN

Dil Seçin

Ara

Gülüş, ruhun hiç şaşmayan aynasıdır. 

Yalnız çocuklar 

kusursuz bir gülüşle gülmesini bilirler.

— Dostoyevski

 

Rabindranath Tagore, kalbinde yazılı kâinatı okuyor. 

Bir çiçeğin taç yaprağında, 

bir şebnemin gözbebeğinde, 

sabahın semâsında. 

Kalp kitabının sayfalarını kâinat kitabına doğru açıyor: 

“Ey kalbim, ileriye doğru atılmaya hazır ol. Bırak mecbur olanlar geciksinler. Zira adın sabah semasında çağrıldı. Hiç kimseyi bekleme! Goncanın isteği gece ve şebnemdir. Fakat açan çiçek ışığın hürriyeti için ağlar, onu dinler. Mahfazasını parçala kalbim, ve çık, görün!”

 

 

Haşmet Babaoğlu iyi ki hasta olmuş da 

hastalığın sırrına dokunmuş: 

“Günlerdir bir gribin elinde buruşturulup evimin bir köşesine fırlatılmış gibiyim. Tam toparlandım mı, ondan da emin değilim. Ne hastalıklar var! O yüzden gribi uzun uzadıya anlatacak değilim. Anlatmak istediğim şey başka... 

İnsan hastayken zamanı durduruyor sanki. Geçmişini baştan tartıyor. Hatırlıyor, hatırlıyor, hatırlıyor. İbretlik bir hesaplaşmanın içine düşüyor. Düşünüyor, hissediyor, bildim sandıklarını baştan gözden geçiriyor. Bir yanıyla “hızlandırılmış öğrenim kursu” gibi bir şey. Geçende sevgili Metin Karabaşoğlu bir not düştü: Bediüzzaman hasta dostlarını teselliden ziyade tebrik edermiş. Bir “okul”dan mezuniyetleri için. Ben de Mevlana’yı hatırladım; “Hastalık insana akıllılık bahşeder” diyen Mevlana’yı...

Hiç kendimizi kandırmayalım; popüler kültürün göklere çıkarttığı “dinçlik” hali zaman karşısında çok narin, kolayca kırılıp dağılabilen bir şey. Bir virüsün oyununa bakıyor. İşte öyle bir virüs beni ağır bir yüzleşme sürecinin içine sokuverdi. 

Uzun lafın kısası, gençler size söylüyorum... Ne biyolojik yapımıza, ne fizik gerçekliğe, ne kapitalist düzenin fenalıklarına tek başına direniliyor. Teklifim; geniş cephe, geniş aile!

 

 

Didem Madak, sözün cennetinin çocukluk olduğunu haber veriyor. Serin bir su serpilişi duyuyor hasretlerin kıyısında: 

“Sonra gittin.

Çocuk oldum bir daha, ağladım.

Kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı.

Kitaplar, aşk, her şey.”

 

 

Nilgün Marmara, kısa ömründe hissettiği, belli ki dünyaya küsmesine neden olan küresel iki yüzlülüğü şair kalbiyle ihbar etmiş: 

“Maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın. Hepiniz mezarısınız kendinizin...” 

 

 

Yusuf Kıssası’ndan ilham alınarak çekilmiş olması muhtemel Inception filminin sürekli tekrarlanan cümlesi çok çok önemli: 

“Ölürsek uyanırız!” Filmde kahramanlar bir insanın rüyasına girerler. Maksatları o kişinin kararlarında, o kişiye hissettirmeden etkili olmaktır. Ancak o rüya içinde bir sorun çıkınca, rüyadaki adamın rüyasına da girmeleri gerekir. O rüyada da bir sorun çıkarsa, yeni bir rüyaya daha girmeleri gerekir. Böyle böyle, rüyanın içindeki rüyanın içindeki rüyanın içindeki rüyalara girerler… En son rüyadan bir önceki rüyaya dönebilmeleri için o rüyada ölmeleri gerekir. Ancak öle öle gerçek âleme dönerler.

En sonunda, şimdi gerçek diye bildiğimiz bu âlemden daha gerçek bir âleme dönüşün ölmekten geçtiğini de hatırlatırlar. Nübüvvet kokan o sözü bir başka türlü tekrar ederler: “İnsanlar uykudadır; ölünce uyanırlar.”